Bizi Kim Dövüyor?

Başbakan Erdoğan katıldığı bir TV programında, ki elbette yine istemediği soruları sormayacak kişilerin bulunduğu bir çatı altında, maaş bakımından ezildiğini söyleyen işçi ve emeklilere sitem etti. Daha önceki yıllarda enflasyon altında ezilen bu vatandaşların, 8 sene önce aldığından daha çok para kazandığının altını çizdi. Şüphesiz paradan altı sıfırın atılmasıyla zenginleşmenin ortaya çıktığını belirtebilecek düzeyde bir ekonomi bilgisi varlığı şaşırmamızı engelliyor.

Fakat durum gerçekten öyle mi? Şöyle bir sağlamasını yapalım. Öncelikle enflasyon yüksekti, ama ufak tefek uygulamalarla gerçeği yansıtıyordu. Şimdi gerçek enflasyon sokağa göre değil, mali disipline göre dizayn ediliyor, Sokak ise gerçeğini yaşamaya devam ediyor. Yani bütçe disiplini açısından verilecek zamlarda, enflasyonun kaç çıkması gerekiyorsa, o çıkıyor. Tıpkı işsizliğin talimatla düşürülmesi gibi… Ayrıca alım gücü denilen bir argümanın üzerinde durmamak zaten sonuçta önemli sapmaları da beraberinde getirir.

Başbakan halkın enflasyon karşısında ezilmediğini söylüyor. Peki Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Merkezi’nin raporu ne anlatıyor? Merkez, 2005 yılından bu yana vatandaşın harcamaları içinde en çok yer tutan gıda, konut ve ulaştırmadan yola çıkarak gerçek enflasyonu belirledi.

Rakamlardan anlaşılıyor ki, devletin açıkladığı enflasyonla, vatandaşın enflasyonu arasında bire üç fark var. Yani tam üç katı…. Fakat gelirine baktığınızda aynı oranda zam alamadığı, hatta özel sektör bazında hiç zam alamadığı dikkate alınırsa, nasıl bir erime ve buradan da kredi kartına yüklenme olduğunun sağlaması yapılabilir.

Hemen birkaç örnek verelim. Bu süreçte asgari ücret toplamda yüzde 63 arttı. Beyaz peynirin enflasyonu yüzde 165, koyun eti yüzde 113, yumurta yüzde 93,7, tavuk eti yüzde 118… Listeyi daha da kabartmak mümkün. Fakat aradaki uçurumun ve vatandaş düzeyinde erimenin ne olduğu alenen görülüyor. Öte tarafta üreten Türkiye için de durum çok farklı değil. Sadece resmi rakamları bile baz alsanız, yıllardır üretici fiyatlarının, yani maliyetlerinin, fiyatlara yansıyandan çok daha fazla performansla yükseldiğine şahit oluyoruz. Bu firma bazında da sermaye erimesini getiriyor.

Bir de Başbakan Erdoğan’ın çok sevdiği memur-simit kriterine bakalım. Ona ilişkin rakamları da Kamu-Sen açıkladı. 2002 yılında maaşı ile ayda 2 bin 655 simit alan memur bugün ancak bin 545 simit alabiliyor. Peki sagari ücretlide manzara ne? Yine aynı araştırma göre 2002 yılında 920 adet simit alabilen vatandaş, bugünkü maaşıyla ancak 630 simit tüketebiliyor.

Simit fiyatı ne kadar artmış? Tam beş katı… 9 yılda memur maaşları simit fiyatı karşısında yüzde 42, asgari ücret karşısında da yüzde 31,5 değer kaybetti. Ama siz bunlara rağmen, danışıklı dövüş yapılan programlarda aktarılanlara inanmak istiyorsanız, bir şey diyemem.

Gözüken sadece iktidarın ekonomik kriterleriyle, vatandaşınkinin uymadığı. Elbette yapılan açıklamaya inanmak en doğal hakkınız. Ama ben derim ki, inanmadan önce sağlamasını cebinizle yapın. Kendisine rakibini çok iyi dövdüğünü söyleyen ama dayak yiyen boksör antrenörüne sormuş ya: Peki beni kim dövüyor? Biz de soralım. Madem ekonomi çok iyi, bizi kim dövüyor?

[email protected]

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir