Azrail İle Köşe Kapmaca Oynamışım-Bir Kriz Hikayesi

21.03.2011

Bu yazı, benim gibi ihmalkarların aynı hatayı yapmamaları içindir.

1980-1982 yılları arasıydı. Babam Rize’de görev yapıyordu. Çok iyi ilişkiler kurduğum ve büyük dostlukların oluştuğu bir dönemdi bu dönem. Ben lise 2 ve 3ncü sınıfı Rize’de okudum.

Adı Sezai’ydi. Alt katımızda otururlardı. Babası öğretmendi.  Fatma, Meryem ve İbiş adında üç kardeşi daha vardı. Ben lise ikinci sınıfa giderken Sezai orta okul üçüncü sınıfa (şimdiki 8. Sınıf) gidiyordu. İnatçı bir kişiliği vardı. Benden ziyade, kardeşim Mithat ile çok vakit geçirirdi. Ama Sezai ile bazen apartmanın yan tarafında bulunan arsada futbol oynar, ama en çok da, bir tahtanın üzerine çaktığımız çivilerle oluşturduğumuz futbol sahasında, “çivi topu” oynardık. Derbiler halt etmiş. İnanılmaz iddialı geçerdi. Sezai’ye yenilmek müthiş bir zuldü. Eğer yenilmişseniz, sizin stres hormonlarınızın en yüksek düzeye erişmesini sağlayacak kelimeleri bulurdu. Önce ona sözle karşılık verirsiniz ama alt edemezsiniz ve ardından O’nu yakalayıp boğazını sıkıvermek isterdiniz.
Babam asker olduğu için tayini İzmir’e çıktığında, Rize’den ayrıldık. Üç yılımızın birlikte geçtiği, Sezai, Fatma, Meryem, Anneleri Ayşe teyze ve babaları Sabit amcadan ayrıldık. Ama bir birimizi unutmadık.
Aradan yıllar geçti. Şimdi İstabul’dayız. Sezai’nin kardeşi Fatma, Ahmet ile evlendi. Sezai ve Ailesiyle sürekli görüşür, haberleşiriz.
***
Ne zaman Ankara’ya gitsek, Fatih’lerde kalırız. Çünkü İngiltere’de yüksek lisans ve doktorayı Fatih’le birlikte yaptık. Kendisi şu an Avrupa Birliği’nin eğitim fonlarının Türkiye’de dağıtımından sorumlu kurum olan  Ulusal Ajans’ın başkanıdır. Bir de Cihangir ağbimiz vardır ki sormayın gitsin. Böyle tatlı bir insanla tanışmış olmak büyük bir kazançtır. Yardım meleğidir. Biz İngiltere’de doktora yaparken, kendisi de DPT’nin bir elemanı olarak İngiltere’de lisans üstü çalışmalar yapmaya gelmiş ve orada tanışmıştık. Şimdi hazinede yabancı sermaye biriminde daire başkanıdır.
21 Ocak 2011 akşamı Ankara’daydık. Hanımlar akşam yemeğini hazırlarken biz erkekler sohbet ediyorduk. Bir ara kendimi iyi hissetmedim. Arka odaya geçtim ve uzandım. Biraz sıkıntılı nefes alıyordum. Göğsüme bir taş oturmuştu. Çene kemiklerim ve dişlerimin tamamında sızlama şeklinde bir ağrı belirmişti. Bendeki en belirgin ağrı ya da sızı dişlerimde ve çene kemiklerimde hissettiğim ağrıydı. Herkeste aynı şey olmayabiliyormuş. Bazılarında mideye vuruyor, bazı insanlarda kaslara vuruyormuş.
Sırt bölgemden omuzlarıma doğru sızılı bir ağrı başladı. Derin derin nefes alıp vermeye çalıştım. Hareket etmemeye özen gösterdim. İlk defa yaşadığım bu şeyin bir kalp krizi olmasa bile, spazm olduğunu düşündüm. Beş dakika sonra ağrı hafifledi ve içeriye yemeğe gittim ama arkadaşlara bir şey söylemedim (BİRİNCİ BÜYÜK HATA).
Yemekte dik oturmaya çalışıyordum çünkü omurilik bölgemden yukarı doğru ve sanki akciğerimi mengeneye sıkıştıran bir ağrı vardı. Yemekte 10-15 dakika kaldıktan sonra, tekrar gidip yatma ihtiyacı hissettim. Odadaki tek kişilik yatağa uzandığımda bu sefer ağrı daha şiddetli gelmeye başlamıştı. Göğsümün tam ortasından boğazıma doğru yanmayı hissederken, bu sefer ağız içi ve çene kemiği sızlaması daha şiddetli bir hal aldı. Oğlum Burak’a seslendim ve Fatih’i çağırmasını söyledim. Fatih odaya gelene kadar ağrı yeniden hafifledi. Fakat benzim sararmış bir halde beni görünce ne olduğunu anlamadı. Ben de ağrı hafiflediği için bugün cereyanda kaldığımı ve şiddetli biçimde üşüttüğümü ve kendimi kötü hissettiğimi söyledim. Hem Fatih hem de Cihangir ağbi, “hastaneye götürelim” deseler de gitmek istemedim. Çünkü zaten İstanbul’da beni izleyen ve çok güvendiğim doktorlarıma gidecektim. Fatihle, Cihangir ağbiye  fazla bir şey hissettirmedim. Ama oğlum Burak çok kötü şeyler olduğunu anlamıştı. Çok ilginçtir, aslında kadınlardaki önsezi çok güçlüydü ve Fatih’in eşi Necla da doktora gitmem konusunda çok ısrar ediyordu. Doktora gitsem, anında bir sürü testler, gerekli gereksiz müdahaleler yapılacaktı ama herkes gibi ben de eğer doktorum tanıdığım değilse, asla müdahale etmelerini istemiyordum. Çünkü oğlum Burak daha üç yaşındayken Hacettepe Üniversitesi, Çocuk hastanesinde çocuğun ateşini düşüreceğiz diye, Şubat ayında, buz gibi bir banyoda şehir suyuyla çocuğu yıkamışlar ve 2 gün sonra da zatürre olmuştu. Ardından da kalp yetmezliği ortaya çıkmış ve tam tamına 2 ay Hacettepe’de yatmak zorunda kalmıştı. Bu arada Burak, üç defa operasyon geçirmişti ve sol diyaframını paralize etmişlerdi. Meğer ki çocuk ilk ateşlendiği sırada Kızıl mikrobunu kapmış ve kızıl çıkarıyormuş. Ateşi düşürmeye çalışmayıp, o gece hastaneye gitmesek ve yarını beklesek vücudunda kızıl çıkacak ve olay bitecekti. Düşünebiliyor musunuz, Halk arasında bir deyim varmış “Kızıl olacak çocuğu yıkarsan arkası zatürre olur”.  İşte bu yüzden, asla tanımadığım bilmediğim bir doktorun eline kendimi vermek istemedim ve O günü öyle geçirdik (İKİNCİ BÜYÜK HATA)
Gece fazla sıkıntı çekmedim. Ertesi gün saat 14:00 sıralarında İstanbul’a yola çıktık. Bolu dağında bir şeyler yedik, ben bir şey olmamış gibi davranıyordum. İstanbul’a gedikten sonra hemen beni kontrol eden Kardiyoloğuma gidecektim fakat kendisi Fransa’daydı. Bir hafta sonra gelecekti. Ben de “olsun bir hafta sonra giderim” dedim.  Bu arada önemle vurgulamalıyım ki; evden çıkıp asansörle üç kat aşağı inip otoparktaki arabamın kapısına kadar 10 adım yürüyüp, arabaya  açıp oturduğumda çenem ve dişlerimde sızlama olurken, göğsüm üzerinde sıkıntı oluşuyordu. Genel olarak bu tür bir durumda daha fazla nefes alıp verme ihtiyacı duyuyorsunuz. Kendi kendime “Aman ani hareket ve hızlı hareket yapma, kalbine yüklenme” diyordum ama, trafikte artabilecek bir stres ve sıkıntı ile her an kriz vurabilirdi. Ama günlük işler arasında, “nasıl olsa doktora gideceğim” diyerek, rutin işleri yapmaya devam ediyorsunuz. Aslında bir başka deyişle Azrail ile köşe kapmaca oynamış oluyorsunuz ve işin kötüsü, o sırada, Azrail ile köşe kapmaca oynadığınızın farkında olmuyorsunuz. Bunun böyle olduğunu, “AMELİYAT” kararı verildiği anda ya da doktorunuz size “Pimi çekilmiş bomba ile gezmişsiniz” dediğinde anlıyorsunuz(ÜÇÜNCÜ BÜYÜK HATA).
2002 yılında bacanağım, Nevzat ağbiyi bir kalp krizi sonrasında kaybetmiştik. Çok iyi hatırlıyorum… O’nu kaybetmeden 1-2 yıl öncesinde doktora gidip kendini göstermesini söylediğimde; “Bizde zaten bu durum genetik ve babamda da vardı, kardeşlerimde de var, şimdi doktora gitsem bir sürü test, ameliyat falan çıkarıp beni deneme tahtasına çevirecekler” demişti. Babası 65 yaşına kadar yaşadığı için, kendisinin de yaşayabileceğini varsayıyordu herhalde. 2002 yılının Kurban bayramının ikinci günü akşamı,  Nevzat ağbiyi henüz 45 yaşında iken kaybettiğimizi bildiren telefonla güne başlamıştık.
***
Neyse lafı fazla uzatmayayım Ankara’daki olaydan yaklaşık 20 gün sonra Kalp doktoruma (Kardiyoloğuma) gittim. O’na olanları aktardım. “Efor testine alalım” dediler. Aslında efora gerek olmadığını ve efor testini bitirmemin imkansız olduğunu söyledim. Yine de bir bakalım dediler. Efor testine bir yürüme bandı üzerinde yürüyerek başlıyorsunuz. Yaklaşık 2 yıl önce de efor testi yaptırmış ve hiç sıkıntı çekmemiştim. Fakat bu sefer, ilk birkaç dakikadan itibaren yine dişlerimde sızı ve göğsümde bir ağırlık, omuzlarımdan sırtıma doğru vuran bir ağrı başladı. Zaten grafikte de çökme dedikleri sinyaller gelmeye başlamıştı. Doktorum, hemen beni anjiyoya alıp damarların durumunu görmek istedi. Yaklaşık yarım saat sonra anjiyo odasındaydım. Sağ kasıktan size bir iğne vurarak ana damara bir tel ile giriliyor ve bu tel kalbin damarlarına kadar ulaşıyor. Siz de bu arada uyanıksınız ve üç tane televizyon ekranına benzer monitörlerden anjiyonun bütün safhalarını izleyebiliyorsunuz. Doktorum “sürekli gülümsüyor ve Yaşar abi merak etme biraz sonra bu iş bitecek ve hafta sonu Palandöken’e kaymaya gideceğiz” diyordu. Bir ara bana biraz yüzünü ekşiterek baktı ve “Abi sol ana damarın giriş kısmı tamamıyla tıkanmış, sadece sağdaki damarla idare ediyorsun, şu ana kadar pimi çekilmiş bomba ile gezmişsin ama inşallah açağız fakat işimiz biraz zor olacak” dedi. Sürekli olarak beni bilgilendiriyordu. Sol ana damara balon yaptırıyor ve kanın aşağı doğru akışını görmek istiyordu. Yani damar biraz şişirildiğinde kan aşağı doğru akarsa bu durumda stent ile açılabiliyormuş. Fakat bir türlü kanın damarın alt kısımlarına doğru akışını görmedik. Bu sefer yeni bir şey denemek istedi ve sol kasığımdaki damardan da girdi. Yani iki kasıktan birden giriş yaparak hem alttan hem üstten damarı açmayı denedi. Benim ameliyat masasına gitmeden bu sorundan kurtulmam için elinden geleni yaptı, fakat sonuçta by-pass olmama karar verildi. Hemen, ameliyatımı yapacak cerraha haber verildi. Çünkü her an kalp krizi geçirme riskim vardı. Yoğun bakıma alındım. Yaklaşık olarak 7-8 saat yoğun bakımda kaldıktan sonra Ameliyat edileceğim hastaneye nakledildim. Odam hazırlanmıştı…
***
Bir gün sonra ameliyata alınacaktım ve bütün hazırlıklar bitti. 16 Şubat sabahı başlayan bu macera sonrasında 18 şubat sabahı saat 09:00 gibi ameliyata alınacaktım. Ameliyat sonrasında nelerin olacağı bana ayrıntılı olarak anlatıldı. Uyandırdıklarında, boğazımda hortum olacaktı. Konuşamayacaktım. Çok susamış olacaktım. Birçok yerimden makinalara bağlı olacaktım.
Sabah saat 09:00 sıralarında Sezai odama girdi. Evet yazının üst kısmında bahsettiğim Sezai’nin ta kendisiydi. Beni ameliyat edecek olan Cerrah Sezai idi. “Sezai, bak çocukluğumuzda ben hep seni yenerdim acısını şimdi çıkarmayacaksın değil mi?” dedim. “Sen görürsün” dedi. “Bu arada 20 yıldır sigara içiyorum bari açmışken, akciğerlerime de bak da geri toparlayabilecek miyiz?” Dedim. “Tamam” dedi.
Kader ağlarını örmüş ve çocukluk arkadaşlarımın eline düşmüştüm. Kardiyolog olan ise Sezai’nin kardeşi ile evli olan Ahmet’di. Ahmet beni  Sezai’nin eline düşürmemek için, sol ana damarı açmak üzere, 2 saatini harcamıştı. Aslında daha sonra bana şöyle dedi; “Yaşar Abi eğer bir başkası olsa, bu damarı açmak üzere kılımı kıpırdatmazdım ama şansımı denemek istedim, fakat Seni Sezai’nin ellerine düşürmekten kurtulamadım. Üstelik Palandöken işi de yattı.”
Odada narkozun bir kısmı verildi ve ameliyata giderken Narkoz konusunda uzman doktor Nurşen hanım beni sürekli konuşturuyordu. En son Sezai’nin ameliyat odasında “ne alalım ağbi?” Dediğini ve benim de “Faizler çok yükselecek, faizler yükselmeden ev alın” dediğimi ve onların da gülüştüğünü hatırlıyorum.
***
Uyandığımda, her şey bana anlattıkları gibiydi ama bir farkla. Hiç de moral bozucu bir ortam değildi. Uyandıktan sonraki 15 dakika içinde boğazımdaki boruyu çıkardılar. Çok susamamıştım. Göğsümdeki tek damar, tıkalı olan sol ana damarın açık olan alt kısmına dikilmişti. Şanslıydım, çünkü kalbimi durdurmadan ameliyat yaptılar. Bu ameliyat özel bir ameliyat ve kalp çalışırken damar dikiliyor.
Allah’ın izni ve sizlerin duaları sayesinde herşey, çok yolunda gitti. Çocukluk arkadaşımın ellerinde ameliyata girmek ise çok büyük bir lükstü. Çok iyi bir ekipler.  Bu  ekipte Prof. Dr. Ömer Işık, Onur Gürer ve Nurşen Hanım da var. Bu ekip, yaklaşık 7-8 ay önce tıp tarihine geçen önemli bir olayın da kahramanları. Kocaeli’nde bir vatandaş by-pass oluyor. Daha sonra aşırı bir öksürüğün ardından göğüs kafes kemiği dikişleri açılıyor ve göğüs derisi dikişli yerinden yırtılınca akciğeri dışarı çıkıyor. Bu halde Medicana’ya gelen hastayı hayata yine bu ekip döndürüyor. Sezai, daha sonra yazdığı makale ile bunu dünya tıp literatürüne soktu.
Şunu söyleyebilirim ki, ameliyat sonrasında eğer enfeksiyona dikkat eder ve oturup kalkarken, göğüs kafes kemiğine zarar vermezseniz 3-4 hafta içinde çok önemli boyutta iyileşmiş oluyorsunuz. Fakat şunu da belirteyim ki, by-pass olduktan sonra kendilerine dikkat etmeyen, enfeksiyon kapıp gelen ya da ayağı tökezleyip düşünce göğüs kafes kemiğindeki dikişleri açılınca yeniden ameliyata alınanların oranı hiç de az değil. Ameliyat değil, ameliyat sonrası bakım çok daha önemli oluyor. Özellikle by-pass olmuş birini en az 20-25 gün ziyarete gitmeyiniz. Ziyaretçi akınını önlemek için ben web sitemde hastane adı vermedim ve hastaneyi arayan olursa “Yaşar Erdinç adında bir hasta yok deyiniz” dedik. Çünkü okuyucularımdan çok fazla gelmek ve beni ziyaret etmek isteyenler olacaktı, ayrıca öğrencilerimin hemen hepsi gelmeye kalkacaklardı. BU da ciddi bir enfeksiyon riskini beraberinde getiriyormuş.
Ameliyatım Medicana – International (Çamlıca) hastanesinde yapıldı. İşin ekonomik boyutuna baktığınızda ise, hastaneye giriş anınızdan çıkış anına kadar yapılan bütün tetkikler ve testler de dahil olmak üzere, Emekli iseniz emekli sandığı, SSK’lı iseniz SSK, Bağkur’lu iseniz Bağkur bütün masrafları ödüyor. Medicana hastanesi farklı isimler veya farklı masraflar adı altında  hiçbir ekstra ücret almıyor. Eğer özel odada kalmak isterseniz özel oda farkını ödüyorsunuz, ya da SGK odaları denilen iki kişilik odalarda kalarak oda ücreti de ödemiyorsunuz. Cenab-ı Allah sizleri bu tür hastalıklardan korusun.
Ben by-pass olalı 1 ay oldu. Bakın bu bir ay içinde neler oldu? Yukarıda adından bahsettiğim Cihangir ağbinin iş arkadaşı 47 yaşında kalp krizi sonucu vefat etti. Dün beni ziyarete gelen Hakan ağbinin kuzeni 37 yaşında kalp krizinden hayatını kaybetmiş.
Eğer 30 yaşın üzerindeyseniz, mutlaka kontrole gidiniz. Sosyal sigortanız varsa zannedersem neredeyse hiçbir maliyetiniz yok.  Benim hem çocukluk arkadaşım hem de kardiyoloğum olan Ahmet Sağbaş, Göztepe kardiyoloji Merkezi’ndedir. Verdiğim linkten ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. Ben şu an kendi yaşımdaki kendi arkadaşlarımı kulaklarından tutup kontrole götürmeye başlıyorum. Herkes benim kadar  şanslı olmayabilir.  (http://www.goztepekalp.com/dolist.htm ) Ahmet’in yanına giderseniz benden bahsediniz. Ahmet’İ çok seveceksiniz.
***
Kalp spazmı geçirmeden yaklaşık 20 gün önceydi…  Sigarayı bırakalı  3 gün olmuştu.  Dördüncü gün oturup raporlarımı yazmaya başladım ama, rapor bir türlü ilerlemiyordu. İki veya üç cümle yazıyordum ve bir türlü konsantre olamıyordum.  EN sonunda bir sigara yaktım ve herşey yoluna girdi. Çayımı da yanıma aldım, keyfim yerine gelmiş ve rapor hızla ilerlemeye başlamıştı. Yaklaşık 2-3 saat içinde 4-5 sigara içmiştim. Birden dehşete düştüm. Tam anlamıyla bağımlıydım. İşimi iyi yapmam sigaraya bağlı görünüyordu.
Bilgisayarı kapattım. Ellerimi açtım ve Allah’ıma dua ettim. Melaen,  “Allah’ım beni bu illetten nefret ettir, öyle bir tiksineyim ki bir daha ağzıma almayayım, hayatımı bitiren bu illetten beni kurtar” dedim. Olay irade olayı olmaktan çıkmıştı. Sigarayı içmediğimde üretimim duruyordu. Kitap yazamıyordum, yazı yazamıyordum…
Cenab-ı Allah dualarımı kabul etti;
·         Kalp damarlarım yenilendi… Sezai akciğerlerimin durumunun çok iyi olduğu sigara içmezsem 2-3 yıl içinde eski haline döneceği müjdesini verdi.
·         Yoğun bakımda uyandıktan sonra akciğerlerimi çalıştırmak için hava üfle dediklerinde düştüğüm durum ve çektiğim acı, sigaradan nefret etmeme yetti.
·         Şu an hergün en az 3 kilometre yürüyorum, bırakın yürümeyi koşmak istiyorum.
·         Şeker, Un, Tuz’dan uzaklaştım. Şeker en fazla yağ yapan unsurlardan biriymiş. Yakılmayan şeker, yağa dönüşüyor ve kolestrol oranını artırıyor. Sigarayı bırakmış olamama rağmen 2 kilo verdim.
·         Üstüne üstlük, hastalıklar ve çekilen acıların günahların kefareti olduğuna dair sahih hadisler var. Yüce rabbim hem damarlarımı yeniledi, hem sigaradan beni nefret ettirdi hem de küçük günahlarımın belki de bir kısmını affetti.
Şimdi bu by-pass ameliyatının, benim başıma gelmiş bir musibet olduğunu kim iddia edebilir ki? Benim için bir rahmet ve dualarımın kabulü ve büyük bir lütuf oldu. Yüce rabbim, beni çocuklarıma, eşime, anneme, ve sizlere bağışladı. Ama hep sizlerin duaları sayesinde oldu.
Unutmamak  gerekiyor; “Bizim şer zannettiklerimizde hayır, hayır zannettiklerimizde de şer olabilir”. Eğer başınıza bir sıkıntı gelirse, o sıkıntı için sabredip,  sizler için çok büyük hayırlara vesile olabileceğini düşünün. Benim hayatım bunun çok sayıda örneğiyle doludur.  Buraya kadar sıkılmadan okuduğunuz için teşekkür ederim.

 

“Azrail İle Köşe Kapmaca Oynamışım-Bir Kriz Hikayesi” ile ilgili 6 yorum

  1. Ah be Yaşar hocam Allah rahmet eylesin, cennetine kabul eylesin inşallah. Senin sayende çok deniz yıldızı kurtuldu, belki de kurtulmaya devam ediyor. Bir ağaç diktiginde son meyvesini verene kadar sevap kazanmaya devam edermiş insan. Hala sana dua eden çok insan var. Yüce Mevlam yakınlarına sabır ve destek versin toprağın bol olsun Yüreği iyilik dolu abimiz.

  2. Nur içinde yat İnsallah Yaşar Hocam. Hala vermiş olduğun eğitimleri izleyip seni yad ediyorum. Allah mekanını cennet eylesin.

  3. Yaşar hocamızın yazı dizisini zevkle okudum.3 yıldır kripto trade ile ugraşıyorum.Çok inişli çıkışlı dönemlerim oldu.Bende işlemlerimde sürekli en dip ve en tepeleri arayanlardanım,bununla her seferinde yüzleşiyorum,bu alışkanlığımı yenmeye çalışıyorum.Bu yazıyı okuduktan sonra borsaya daha farklı bir gözle bakmaya başlayacağım.Bu yazıyı çok ihtiyacım olduğu bir anda tesadüfen okudum,belkide tesadüf değildir….
    Hocamızın mekanı cennet olsun inşallah.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir