Bağımsız Ekonomi Olur mu?

Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinde ilk adım olarak sayılabilecek 19 Mayıs 1919 tarihinin üzerinden tam 92 yıl geçti. Sonrasında yapılan gerek İstiklal Savaşı, akabinde de Cumhuriyet ile birlikte gösterilen ekonomiden eğitime çok yönlü performans, ülkeyi 15 sene sonunda dış ticaret, bütçe ve üretim fazlası veren, kendi kendine yetebilen bir özelliğe büründürdü.

Aradan geçen yıllarda dünyada çok şey değişti. Fakat değişmeyen ülkeleri kullanan şirketlerin ve iki aile öncülüğündeki imparatorluğun, diğer ülkeler üzerindeki baskıları artırması oldu. Ülkeden ülkeye farklılık gösteren ve adına küreselleşme denilen nalıncı keseri, günümüzde Türkiye’ye şunu dayatıyor:

“Globalleşen dünyada, bağımsız ekonomilerden bahsetmek mümkün değil.” Bu kocaman, büyük bir yalan. İlişkili olmakla, ticaret yapmakla, bağımlı olmayı karıştıran, sonra da buna dünyanın gerçeği diyen bir zihniyetten bahsediyoruz.

Oysa bu palavrayı ortaya atarak sözcülüğünü üstlenen ABD, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin nasıl da ulusalcı tavır takındığını, kendi ekonomileri için diğerlerini kullandığını, olaylara ‘biz ve diğerleri’ şeklinde yaklaştığını biliyoruz.

Tarihin her döneminde, bugün ve yarın da ‘bağımsız bir ekonomiden bahsetmek’ mümkün olacaktır. Bağımsızlık bugün finansal imparatorların bize de dikte ettiği gibi içe kapanma, izole olma, kendinden başkasıyla ilişkiye geçmemek değildir. Uluslararası arenada ülkesinin ekonomik ve ticari çıkarlarını öne almak, savunmak ve kendi iradesiyle hareket etmek, kendine yetecek üretimi gerçekleştirmek ve katma değer yaratarak söz hakkına sahip olmaktır.

Yine aklı basmayanlar için daha basit bir örnek vereyim. Ailenizi düşünün. Gün geliyor siz de genel ortalama gibi evleniyorsunuz. Evlendiğiniz günden itibaren asıl aileniz, kurduğunuz yuvanızdır. Genişleyen bir sülale mantığı içerisinde ekonomik ve idari kararlarınızı kendiniz alabiliyor musunuz? O zaman bağımsız ve gerçek bir aile oldunuz demektir.

Fakat halen birilerinden medet umuyor, onların size yardım etmesini bekliyorsanız, kararları da siz alamazsınız. İnanmasanız da, ailenizin çıkarlarına ters de düşse, bir süre sonra size dikte edilen fikir ya da kararlara boyun eğmek zorunda kalırsınız.

Bu nedenle yürüyen evliliklerde, yeni oluşturulan ailenin bağımsız hareket edebiliyor olmasının çok önem taşıdığı görülür. Peki bu, yeni aile kurmanızla sülale statüsüne geçen, yakın ya da uzak akrabalarınızdan oluşan diğer fertler ve ailelerle kavga etmeniz, içe kapanmanız, kimseyle görüşmemeniz anlamına mı gelir?

Saygı, sevgi işin klişeleşmiş ama doğru tarif şekli. Fakat burada esas olan birbirinin hukukuna saygıdır. Bu çerçevede ilişkilerin götürülmesi de son derece mümkündür. İşte ülkelerin bağımsız ekonomi ve siyaset karnesinde de beklenti bu kadar basittir ve bunun sağlamasını fikirlerinizin ne kadar size ait olduğu ve ters empozede ne kadar dik durduğunuzla orantılıdır.

Lafı özü şu: Bağımsızlık, bugünün dünyasında modası geçmiş bir romantizm değil. Her dönem için vazgeçilmez bir şarttı. Bazı beyni basmayanların, olayları dolduruşla, tersini empoze ederek, finans imparatorlarına yamanma adına ‘mümkün değildir’ yalanına inanmayın. Çünkü bu sizi ancak salt tüketen ve sömürülen yapar. Ulu önder ne diyor?

“Çalışmadan tüketmeye alışmış toplumlar önce haysiyetlerini, sonra da bağımsızlıklarını kaybederler.” Zira gerçek ortada: Tam bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık olmadan başarılamaz.

[email protected]

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir