Türk Usulü Ekonomi Politikası

Cari açığı düşürmek önemli ama orta-uzun dönemde büyüme modelimizi ithalata dayalı olmaktan çıkarmamız gerekiyor.

Krizden önce, faizi gereksiz yere yüksek tutarak sıcak para girişine ve dolayısıyla kurun düşük kalmasına yol açan Merkez Bankası’na yönelik eleştiriler ‘yüksek faiz düşük kur politikası’ sözüyle özetleniyordu. Merkez Bankası bu yanlış politikadan krizde döndü ve faizi peş peşe düşürerek sıcak paraya sağlanan çekiciliği bir miktar indirdi. Ne var ki gelişmiş ekonomilerin çoğunda faizler sıfır düzeyine gerilediği için Türkiye’de yüzde 8 dolayındaki nominal faiz, kendi ülkesinde düşük enflasyon yaşayan yabancılar için hâlâ çok çekici.
Merkez Bankası, bir süre önce para politikasını yönlendirme aracı olarak kullandığı gecelik borç verme faizini bu amacın aracı olmaktan çıkardı. Onun yerine bu kez gecelik repo faizini koydu. Ardından para politikası aracı olarak gözden düşmüş olan, hatta bu amaçla kullanılmasına iyi gözle bakılmayan karşılıklar politikası devreye sokuldu.

Karşılıksız karşılıklar
Merkez Bankası mevduat karşılık oranlarını bir yandan arttırarak bir yandan da bunlara ödenen faizi ödemekten vazgeçerek bu unutulmuş politika aracını uygulamaya soktu. Bankaların faiz karşılığında topladığı mevduatın bir bölümünü faizsiz olarak kendisinde toplayarak hızla artan kredi hacmini denetlemeye başladı. Faiz ödemeden mevduat karşılığın alınmasına ‘karşılıksız karşılıklar’ adı veriliyor. Karşılıksız karşılıklar uygulamasının vergiden pek bir farkı yok. Bu haliyle bankalara ortalama yüzde 13 dolayında bir ek vergi konmuş gibi oldu. Üstelik bu vergi, kazanç ya da kârdan değil mevduattan alınıyor. Yani bir anlamda ciro vergisi gibi düşünülebilir. Karşılıklar, hatta karşılıksız karşılıklar uygulaması birçok ülkede olan bir uygulama. Ne var ki bunun oranı yüzde 10’u geçtiğinde ve geçen bölüme faiz verilmediğinde işin rengi değişiyor.
İlk sonuçlara bakıldığında Merkez Bankası’nın aldığı önlemlerin kredi artışını ve cari açığı frenlemekte pek bir işe yaramadığı görülüyor. Bence bu önlemlerle bu sonucun alınamayacağı belliydi. Şimdiye kadar bu yolda maliye politikası uygulaması da yapılmadı. Bu durumda kritik soru şu: Biz cari açığı gerçekten düşürmek istiyor muyuz? Ben buna hemen olumlu yanıt veremiyorum.

Cari açığa dayalı ekonomi politikası
Yüksek cari açık ve sıcak para girişi at başı gelişiyor. Her ikisi de TL’nin değerli olmasını, GSYH’nin olduğundan yüksek görünmesini, GSYH ile hesaplanan oranların olumlu çıkmasını ve dolayısıyla ekonominin daha iyi görünmesini sağlıyor. Ayrıca ucuz TL, ithalatı arttırarak ithalattan alınan vergileri arttırıyor, bu da bütçe açığını düşürüyor. Öte yandan cari açığın yarattığı değerli TL, enflasyonun düşük çıkmasına da yardım ediyor. TL ne kadar değerli olursa enflasyonun düşük çıkma olasılığı o kadar artıyor. Yani cari açığın yüksek olmasının sayılamayacak kadar çok yararı var. Bu durumda siyasetçi, cari açığı düşürmeyi niçin dert edinsin ki? Herkesin şikâyet ettiği cari açıkla mücadele ediyor gibi görünerek para politikası uygulandığında siyasetçiye bir fatura da çıkmıyor. Oysa maliye politikası, faturanın siyasetçiye çıkmasıyla sonuçlanır.
Bu kadar yararı bulunan cari açığın tek riski, bu politikayı sürdürülebilmenin zorluğunda yatıyor. Bu riske karşın Türkiye son yıllarda bu riskli politikayı ekonomi politikasının temeli haline getirmiş durumda. Kısa dönemde cari açığı düşürmek önemli, ama orta uzun dönemde büyüme modelimizi ithalata dayalı olmaktan çıkarmamız gerekiyor. Kısa dönemler eklene eklene uzun dönem oluyor.

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir