Kırılganlık Artıyor!

Geçtiğimiz hafta genelinde, küresel ve ulusal düzeyde ekonomi gündeminin üst sıralarına ipotek koyan gelişmeler yanı sıra finansal piyasalarda yaşanan gelişmeler kırılganlığın arttığına işaret ediyor. Taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışmanın sorunları hem çözemeyeceği, hem de ağırlaşmasını önleyemeyeceği biliniyor, fakat başka bir seçenek de üretilemiyor; gelişmelerin riskten kaçınma paniğine dönüşmesini önlemek başarı sayılıyor!..

Geniş kesimlerden gizlenen gerçeklerin açığa çıkmasını önlemek giderek zorlaşıyor. Türkiye ise hem küresel düzeydeki olumsuzluklara hem de anormal seviyelere fırlamış cari açık ve yükselen enflasyon baskılarını daha yoğun bir şekilde hissediyor; korkular büyürken kafalar karışıyor, güvensizlik dalgaları her tarafı zorluyor…

Euro bölgesi ve Yunanistan’ın durumu ABD merkezli küresel kredi krizinin  gelişimini anımsatıyor. 2008 yılı başından sonuna kadar riskli ipotek senetleri sorununu ve yaratacağı etkileri olduğundan küçük göstermek üzere alınan kararların kısa vadeden öteye bir işe yaramadığını hatırladığımızda olumlu düşünmek pek mümkün olmuyor.

Eski Federal Reserve Başkanı Greenspan uyarıyor. Yunanistan’ın iflasının aşağı yukarı kesin olduğunu ve bu durumun küresel kredi krizinde ikinci dip hareketini tetikleyebileceğini söylüyor; üç yıl önce sorunu küçük göstermek ve krize dönüşmesini engellemek yönünde ABD’de alınan kararlar nasıl işe yaramadı ise bu kez de sonucun daha farklı olması için herhangi bir sebep bulunmuyor. Yunanistan’da kabine değişmesi veya erken genel seçimlere gidilmesi ya da Almanya’nın şeklen direncinin kırılması gibi siyasi gelişmelerin mucize yaratmayacağı biliniyor; fakat olası sıkıntıyı geciktirmek veya birilerinin paçasını kurtarmasına yardım etmek gibi detay fırsatlar yaratan kısa vadeli illüzyonlar oluşabiliyor…

Euro bölgesinde 1990’ların başından itibaren hayal olmaya başlayan ve gerçekçilikten uzaklaşan hedeflerde ısrar edilmiş olması bugünkü tabloyu yarattı. Yeni üyelerdeki yaşam standardını eskilerin düzeyine çıkararak homojen bir yapı oluşturmaya çalışmanın abesle iştigal olduğu dikkate alınmadı. AB içinde yeknesaklık önemli ise bunun ancak yeni üyelerdeki yaşam standardını bir miktar yükseltip, eskilerininkini gerileterek mümkün olabileceği hiç hesaba katılmadı.

Bugün için sadece iki farklı seçenek kaldı ya yeknesaklık arayışından vazgeçecekler ve her bir üye kendi başının çaresine bakacak daha önceki yanlışların diyetini ödeyecek ya da sorunlu üyelere uygun gördükleri çok daha aşağı bir standartta homojenlik sağlamak üzere harekete geçecekler. Her iki seçenek de ekonomik daralma, kronik durgunluk anlamına geliyor, borç-alacak ilişkilerinin kırılması ve büyük sıkıntılar yaşanması kaçınılmaz hale geliyor. Bu gerçekleri AB’li siyasilerin kendi halklarına anlatıp desteklerini alabilmek pek olası olmadığı için yanlışta ısrar etmek durumunda kalıyorlar. Sonuçta çok boyutlu istikrarsızlığın kademeli olarak etki alanını genişleterek büyümesi belirsizlik ve kırılganlığın artması, AB standartlarının hoş bir anı olarak tarih raflarındaki yerini alması kaçınılmaz olacak gibi görünüyor.

Euro bölgesindeki bu durum küresel ekonomiyi de aynı yönde etkileyecek, zaman içinde ikinci ve daha sonraki dipler tetiklenecek. Gerçeklere küsen zengin ekonomiler ile başkalarının parası ile daha iyi bir yaşam standardı hayal edenlerin evdeki hesapları çarşıya uymayacak…

Almanya’nın daha önce karşı çıktığı bir şeye hayır dememesi direncin kırıldığı anlamına gelmez; gerçekleştirilmesi imkansız şartlar öne sürerek evet demekle hayır demek arasında herhangi bir fark yoktur. Ayrıca Avrupa Merkez Bankası’nın da borç yapılandırmasına neden karşı olduğunu düşünmek AB’li siyasilerin top çevirecek alanlarının pek kalmadığını görmek lazım. Kısa vadeye odaklanan finansal piyasalar şimdilik bu gerçeği görmemiş olabilir, fakat farkındalık arttıkça durum değişir. Gelişmiş ekonomiler açısından temmuz ayı oldukça sıcak geçecek gibi görünüyor! AB liderleri emsal yaratmaktan korktuğu ve kendi insanlarına her şeyi anlatamadığı için korkuyor, itibar kaybındaki hızlanmayı önleyemiyor.

ABD ise siyasi çekişme nedeni ile borçlanma tavanı artırılmaz ise neler olabileceğini düşünmek bile istemiyor. Kazanç potansiyeli küçülüp kayıp riski arttıkça riskten kaçınma eğilimini kontrol altına almak da pek mümkün olamayacak gibi görünüyor. Türkiye’deki etkili ve yetkili kesimler de özetlemeye çalıştığımız küresel gerçekler konusunda mucize için dua etmek dışında bir şey yapamıyor.

Eğer sermaye hareketleri daralır ise cari açık kendiliğinden daralacak fakat düzeldiği iddia edilen her şeyin gerçeği açığa çıkacak. Cari açığın daralması Türkiye ekonomisi açısından kriz anlamına geliyor; bu sornun büyümesine neden izin verildiği konusunu da burada aramak gerekiyor. Merak etmeyin, cari açık küçülecek, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, tersini hayal edenler ortalamadan daha fazla yıpranacak… Türkiye, cari açık sorununu teşhis edip, gerekli ve yeterli müdahaleyi durum kriz aşamasına gelmeden yapacak bir hükümet henüz bulamadı!..

Mehmet Uğur CİVELEK

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir