Tayyip Bey, Bu Kimsesizlere de Sahip Çıkmalıdır

Türkiye bir bütün olarak sınıfta kalmamak için gereken minimumu tutturmaya çalışan vasat öğrenci tavırnı aşmalıdır.

Türkiye’nin sahipsiz meseleleri var. Geçen hafta başladım. Türkiye bugün kimsesiz yapısal sorunlarıyla ilgilenecek birilerini aramaktadır. Seçim panolarından biri Ankara’nın havaalanından girişinde hâlâ duruyor. Kocaman panoda Sayın Başbakanımızın kocaman bir resmi var ve yanında yine kocaman “Kimsesizlerin kimsesi olacağız” deniyor. Bunu “memleketin sahipsiz meseleleri ile ilgileneceğiz” diye okumak doğrusu hoşuma gidiyor. 9 yıldır hep arka sıraya itilen bir dizi sahipsiz meseleye artık sıra gelmelidir. Sayın Başbakanımız bu kimsesizlere artık sahip çıkmalıdır. En azından ben hükümet kurulurken bir kez daha söylemiş olayım. İleride bana “Biliyordun da neden söylemedin” diye sorulduğunda, konuşacak birkaç lafım olsun. Gelin ben şimdiden size de bir anlatayım.
Önce isterseniz şu sahipsiz meseleler bahsinden alayım. Nedir Türkiye’nin sahipsiz yapısal meseleleri? Yarınki kuşakların hayatını farklılaştırmak için bugünden atılması gereken adımlar aklımda olan. Ülkeyi orta gelirli ülkelerden çıkarıp yüksek gelirli kategorisine koyacak tedbirler bunlar. Bugün Türkiye’nin küresel şirketlerin değer zincirlerinin ayrılmaz bir parçası olmasını engelleyen meseleler. Eğitimden yargının operasyonel problemlerine bir dizi mesele. Hepsini size zaten anlatıyorum. Bu meselelerin çözümü hem siyasi açıdan hem de mali açıdan külfetli. Bu nedenle merkez sağ popülistlerinin iş listesinde genellikle hep ötelenirler. Türkiye’de de geçmiş dönemde böyle oldu. Hep hatırlatmakta fayda var. Peki, bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir hastalık mı? Yok canım! Derdimiz popülizmin malum hastalıklarıdır. Yarınki kuşaklar daha ortada yoktur. Öyle olunca, oy hakları yoktur. O vakit, merkez sağ ya da sol popülistlerinin gözünde yaşamıyor hükmünde olurlar. Bu, Türkiye’de de böyledir. Fransa’da da İtalya’da da ve hatta Venezuela’da da böyledir. Kendini tekrarlar. Popülistin çıraklık dönemi nasılsa, ustalık dönemi de öyle olur. O nedenle, bıkmadan tekrar etmekte, zihinlere nakışlamakta fayda vardır.
İçinden küresel değer zinciri geçen ülke, içinden boru hattı geçen ülke olmaktan çok daha zordur. Burada akılda tutulması gereken soru şudur: Küresel dev şirketlerin Türkiye ilgisi, onların pazarlama birimlerinin ötesine nasıl taşınabilir? Neden Türkiye söz konusu olduğunda, küresel dev şirketlerin ilgisi, merhum Erbakan’ın “Onlar ortak, biz pazar” ifadesini ille de hatırlatmaktadır? Gelin birkaç neden sıralayayım. Birincisi, Türkiye’nin fikri ve sınai mülkiyet haklarında atması gereken çok adım var. Bu alanda bir düzenleme vardır. Ama o düzenleme bildiğimiz dünyanın üyesi sayılmak için gereken minimumdur. Ürün geliştirme ve araştırma geliştirme zincirlerine dahil olmak demek, fikri ve sınai mülkiyet hakları konusunda ehem ile mühimi birbirinden ayırabilmek demektir. Türkiye, üç tane ufak işletme, taklit mal yapacak ve de üç kuruş para kazanacak diye kendisini küresel zincirlerin ilgi sahasının dışına atarsa ne olur? Tavşan dağa küsmüş olur. Dağın da haberi olmaz. Türkiye’ye ayıp olur. Gelecek kuşaklar sülalelerimizi muhabbetle anar.
İkincisi, yargının operasyonel problemleridir. Başlayan dava bitmek bilmemektedir. Sistem yine minimum gerekleri aşamamaktadır. Üçüncüsü, rekabet şartlarının herkes için eşit olamamasıdır. Devlet yardımları düzenlemelerindeki başıbozukluktur. Yine o minimum meselesi karın ağrıtmaktadır. Dördüncüsü, karaparanın aklanması ve yolsuzlukla mücadeleye ilişkin tedbirlerin uygar toplumun parçası olmak için gereken minimumda yıllardır bekliyor olmasıdır. Beşincisi, küresel tedarik zinciri Li&Fung’un başkanı Victor Fung’un altını çizdiği gibi İngilizce konuşacak eleman bulma sıkıntısıdır. Bu da eğitim sisteminin minimumda olması ile alakalıdır. Türkiye bir bütün olarak ‘sınıfta kalmamak için gereken minimumu tutturmaya çalışan’ vasat öğrenci tavrını artık aşmalıdır. Başbakan’dan ve hükümetimizden beklediğim, “Yedisinde neyse, yetmişinde de öyle olur” atasözünü haksız çıkartmalarıdır. Ustalık döneminin çıraklık dönemine hiç benzememesidir. Bu sahipsiz yapısal meselelere, ülkenin bugün oy veremeyen yarınki vatandaşlarına sahip çıkılmasıdır.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir