Büyümeye İlişkin Senaryolar

Son hafta içinde büyüme hızımıza ilişkin önemli veriler açıklandı. Önce temmuz ayına ait sanayi üretim endeksi, sonra da yılın ikinci çeyreğine ilişkin gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) değerlerini öğrendik. Değerlendirmeye GSYH ile başlıyorum.

İkinci çeyrekte bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 8.8 oranında büyüdük. Ayrıca, daha önce yüzde 8.9 olarak açıklanan 2010 büyüme hızı yüzde 9, yüzde 11 olarak açıklanan 2011 birinci çeyrek büyüme hızı ise yüzde 11.6 olarak yukarıya doğru güncellendi.

Bu değerler, anketlerde ortaya çıkan ortalama büyüme öngörülerinden yüksek olsalar da şaşırtıcı değiller. Birkaç nedenle. Birincisi, ikinci çeyrekte yurtiçinde kredi genişlemesi büyük bir hızla devam ediyordu. Toplam kredilerin yüzde 30’unu oluşturan ve dolar cinsinden ölçülen yabancı para kredilerin ortalama artış hızında ikinci çeyrekte bir önceki çeyreğe kıyasla azalış vardı. Ancak toplam kredilerin yüzde 70’ini oluşturan lira cinsi kredilerin ortalama haftalık artış hızı bir önceki çeyreğe kıyasla neredeyse ikiye katlanmıştı: İlk çeyrekte yüzde 0.35, ikinci çeyrekte ise yüzde 0.69 oranında ortalama haftalık artış gerçekleşmişti.

İkincisi, 2010’un sonlarından başlayarak Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalara bağlı olarak lira kontrollü bir biçimde değer kaybetmişti. Böylelikle, yurtdışındaki olumsuz koşullar nedeniyle kriz öncesi düzeyine bir türlü gelemeyen ihracata döviz kurundan bir miktar destek gelmişti.

Büyüme hızını etkileyen diğer unsurlarda ise bir önceki çeyreğe kıyasla belirgin bir değişiklik olmamıştı. Yatırım harcamalarının önemli belirleyicilerinden olan ekonomiye duyulan güvende belirgin bir kötüleşme gerçekleşmemişti. Bunun temel nedeni, Avrupa’daki krizin bu günlerdeki kadar şiddetlenmemiş olmasıydı. Dolayısıyla, büyük tutarlı dayanıklı tüketim harcamaları ile yatırım harcamalarını bir çeyrek ya da iki çeyrek öncesine kıyasla daha olumsuz yönde etkileyecek bir tehlike henüz ortaya çıkmamıştı.

Yapılan büyüme öngörüleri, büyük ölçüde saydığım nedenlere bağlı olarak, oldukça iyimserlerdi: Anketlerden elde edilen büyüme öngörülerinin ortalaması yüzde 7’ye yaklaşıyordu. Bu düzey bir önceki çeyrekte gerçekleşen büyüme hızından düşüktü, ancak yine de Türkiye’nin potansiyel büyüme hızının üzerindeydi. Pazartesi günü açıklanan büyüme hızı bu iyimser düzeyin de üzerinde gerçekleşti.

Üçüncü çeyrek büyümesi

Üçüncü çeyreğin sonuna gelmek üzereyiz; bu çeyrekte büyüme nasıl şekillenmiş olabilir? Elimizde üçüncü çeyreğin ilk ayına ilişkin sanayi üretim verisi var. Geride bıraktığımız haftanın sonunda açıklanan rakamlara göre beklenenin ötesinde yüksek bir üretim artışı var: Temmuz ayında (mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış) sanayi üretimi bir ay öncesine kıyasla yüzde 2.7 oranında yükseldi. Halbuki sanayi üretimi şubat ayından bu yana bir ay öncesine kıyasla düşüyordu. Farklı bir ifadeyle, beklentilerin ötesinde bir GSYH artışının gerçekleştiği yılın ikinci çeyreğindeki sanayi üretim verileri bir yavaşlamaya işaret ediyorlardı. Oysa temmuz ayında önemli bir artış gerçekleşti.

Temmuz ve ağustos ayına ait kredi verilerini biliyoruz. Buna göre lira cinsi kredilerin artış hızında belirgin bir düşüş yok: İkinci çeyrekte haftalık ortalama artış hızı yüzde 0.69 iken, temmuz ve ağustosta bu hız yüzde 0.55 olarak gerçekleşti. Yabancı para kredilerin haftalık artış hızı ise ikinci çeyreğe kıyasla daha düşük. Kredi cephesinde üçüncü çeyreğin üçte ikisinde fazla bir değişiklik yok kısacası.

Ağustos ayından başlayarak yurtdışı koşullar kötüleşti. ABD’nin beklenenden çok daha yavaş toparlandığı iyice belirginleşti ve Avrupa’daki kriz ağustos ayında şiddetlendi. Bu gelişmelerin eylül ayında kredi arzı ve talebi üzerine olumsuz etkileri olması beklenir. Bu koşullar altında, üçüncü çeyrek büyüme hızının, ikinci çeyreğe göre daha düşük ama yine de yüksek sayılabilecek bir düzeyde gerçekleşeceğini düşünüyorum.

Dördüncü çeyrek ve sonrası için iki senaryo

Avrupa’da yaşananlar belirsizliği son derece artırdı. Bu nedenle, dördüncü çeyrek ve sonrası için öngörü yapmak oldukça zorlaştı. Yine de iki ‘uç’ senaryo oluşturmak mümkün.

İlk ‘uç’ senaryo iyimser bir senaryo. Avrupa’daki krizin şiddetlenmeyeceğini varsayayım. Farklı bir ifadeyle, bataklıkta debelenip duran Avrupalı ‘liderlerin’ dünyayı yeniden tehlikeye atmayacak acil kararları (ortak Avrupa tahvili çıkarmak, Avrupa İstikrar Fonu’nun güçlendirilmesi ve sorunlu ülkelere verilecek desteklerin garip koşullara bağlanmaması, Avrupa Merkez Bankası’nın bankalara parasal destek vermekten kaçınmaması gibi) peşi sıra alacaklarını düşünelim.

Bu koşullar altında yılın dördüncü çeyreğinde ve 2012’de ne olacağını daha çok ABD belirleyecek demektir. Senaryomuz iyimser de olsa fazla ‘saf’ olmaya gerek yok; Obama’nın yeni istihdam planının kongreden geçmeyeceği varsayımını yapıyorum. Bu durumda ABD Merkez Bankası’nın (FED) kararları dünya açısından belirleyici olacak.

FED eylül ayında yeni bir parasal genişlemeye giderse, bizim gibi ülkelere akan (sıcak) para daha da artar. Bu da yurtiçindeki kredi artışının yüksek hızla sürmesi anlamına gelir. İhracat pazarlarımızdaki koşullar ise, yaptığım varsayımlar çerçevesinde değişmeyeceğinden, ihracat performansımızın da fazla değişmesi beklenmez. Yine de döviz kurunda bugüne kadar gerçekleşen artış nedeniyle ve Merkez Bankası’nın ek sıcak para girişlerinden doğacak yeni değerlenme baskılarını ortadan kaldıracak önlemleri alacağı varsayımıyla, ihracatta bir miktar iyileşme beklenebilir. Bu koşullar altında büyüme hızımız sözünü ettiğim dönemde potansiyelimizin üzerinde kalır ve yine cari açık sorununu tartışırız.

İkinci ‘uç’ senaryom kötümser. Şöyle: Avrupa’daki kriz daha da şiddetleniyor. Sorunlu ülkelerin tahvillerinin piyasa değerleri giderek düşüyor. Dolayısıyla, Almanya dahil çoğu ülkenin bankalarının bilançoları daha da bozuluyor. Avrupa’da kredi arzının olumsuz etkilenmesi anlamına gelir bu. Ek olarak sorunlu ülkelerin borçlanma maliyetlerinin artması onların bütçelerini daha da bozar. Bu ülkeler daha sıkı maliye politikası uygulamak zorunda kalırlar. Ayrıca, bu ülkelerde tüketici ve yatırımcı güveni yerlerde sürünmeye başlar. Bu nedenlerle Avrupa’da zaten düşük olan büyüme hızı daha da düşer.

Bu koşullar altına küresel krizde yaşadıklarımızı yaşarız. İhracatımızın yarısını Avrupa’ya yapıyoruz; ihracatımız olumsuz etkilenir. İkincisi, güvenli liman arayışları artacağından bizim gibi ülkelerden büyük sermaye çıkışı olur. Bu durumda bizde de kredi arzı ve talebi düşer, ekonomiye duyulan güven azalır. Sonuçta ekonomimiz küçülür ve işsizlik sıçrar. FED’in yeni bir parasal genişlemeye gitmesi bu olumsuz etkileri bir miktar törpüleyebilir.

Peki, gerçekleşme nasıl olur? Ne yazık ki iyimser senaryonun kötümser senaryoya kıyasla gerçekleşme olasılığı daha düşük. Ama belirttiğim gibi bunlar ‘uç’ senaryolar. Gerçek, bu iki ucun arasında bir yerde olabilir. Kanımca, gerçekleşen, kötümsere daha yakın bir yerde olacak.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir