Çetin Ünsalan – Neden geri çağırıyorlar?

Trump’ın otomotiv firmalarına yönelik ‘ülkene geri dön’ çağrısından sonra, yeni bir mesaj da Fransa’dan geldi. Cumhurbaşkanı Adayı Le Pen de seçilmesi halinde benzer bir politikayı harekete geçireceğini açıkladı. Buna uymayanların da vergilerle karşı karşıya kalacağını ifade etti.

Esasen mesele sadece otomotiv sektöründen ibaret değil. Önce paranın geri çağrılmasıyla başladı süreç. Dünyada likiditenin daralması, para kazanılan sahaların riskinin yükselmesiyle birlikte güvenli limanlara, yani evine dönme eğilimi baş gösterdi.

Bu durum bizim gibi parayı morfin etmiş ülkelerde çatırdamalara yol açtı. Sıkışan likidite fırsat buldukça ya da fırsatını yarattıkça çıkışlarla dönüş hareketine geçti. Bunu başaran da oldu, başaramayan da, ama bu fotoğraf yeni para girişlerini neredeyse bitme noktasına getirdi.

Şüphesiz geri dönüş doğrudan yabancı yatırımlar için, sıcak paraya oranla daha zordur. Çünkü uluslararası operasyonlar belli bir zamana ve hesaba dayanır. Eğer yatırım para, kasa ve raf değilse, yani gerçekten üretimden bahsediyorsak, kritik bir karar anlamına gelir.

Gözüken o ki, bu eğilim sürecek ve aşama aşama geri dönüşler de başlayacak. Üstelik sadece otomotiv sektörüyle de sınırlı kalmayacak. Bu meseleyi birkaç farklı pencereden okumak gerekiyor. Önce siyasetçilerden başlayayım. Neden geri çağırıyorlar?

Her zaman dikkat çektiğimiz üzere, sıcak para ekonomisinin dünyaya hakîm olması ve tüketimle beslenmesi ile birlikte, bu tüketim ihtiyacı, talebin üzerinde bir arzı, yani üretimi doğurdu.

Çünkü dünya tüketimle ekonomiyi döndürebileceğini, bunu da bankacılık sistemiyle, yani kredi mekanizmasıyla finanse edebileceğini, bu yolla da ortaya çıkan ortamda, türev piyasalardan daha çok para kazanabileceğini düşündü.

Bir süre sonra talep hesabı yapılmaksızın kapasiteler arttırıldı. Çünkü kredi mekanizmaları aktifti ve borçlandırarak tüketimi kırbaçlıyordu. Fakat finansal krizin baş göstermesi ile birlikte değirmenin suyu kesildi.

Dünyada talep daralmasının şiddetlenmesi, ‘Rusya’ya operasyon yapayım’ derken, talepteki çöküşün ve daralmanın erkene çekilmesiyle batı ekonomileri kendi bacağına kurşun sıktı. Dünyanın bir numaralı sorunu büyüme ve pazar eksikliği ile, verilen kredilerin geri dönememe riski olmaya başladı.

Şimdi dünya ekonomisini okuyan siyasiler biliyor ki, dünyadaki arz fazlası nedeniyle, üretim kanadında büyük bir çöküş ve daralma olacak. Bu da işsizlik sorununun patlaması sonucunu getirecek. Bu nedenle de maliyetleri azaltmak, birim fiyatlar üzerinden enflasyon mücadelesi yaparak ucuz üretimleri ihraç ederek, hizmetler sektörüne yönelen batılı ülkeleri sıkıntıya sokuyor.

İşsizliğin patladığı süreçte, üretim güçlerinin tekrar elde olmasını arzu ediyorlar. Peki, buna firmaların tavrı ne olur? Bu süreç firma batışlarını da beraberinde getireceğinden, işsizliğin baskısıyla birlikte gündemimize 2008 krizinde gibi firma kurtarmalarını da oturtacak.

Hükümetlerin sizi kurtarmasını istiyorsanız, ülkenizde üretim yapıyor olmanız gerekir. Bu nedenle firmaların da önce direnseler de, zorunlu olarak bu çağrıya uyacaklarını düşünüyorum.

Peki bir kral çıplak noktası da burada ortaya çıkmıyor mu? Ülke içinde üretim gücünü kaybeden, iç piyasasını ithal ürünlere kaptıran Türkiye, yani ekonomi kurmaylarının söylemiyle güçlü Türkiye ekonomisi markalarını neden geri çağırmıyor?

Çünkü birincisi çağıracak düzeyde bir markası yok; ikincisi Türkiye’de üretim yapmak, uygulamalar, yanlış politikalar nedeniyle neredeyse olanaksız hale geldi. Üçüncüsü de kamunun borçlanma ihtiyacını reel sektöre yıktığınızdan, içte bile ne kadar firmamızın ayakta kalacağı sorusunun yanıtını veremiyoruz.

Türkiye firmalarını kurtarabilir mi? İşte burada finansman gücü devreye giriyor. Ne yazık ki geri dönen dolar ile bile baş edemeyen ülkemizin önündeki en büyük problemi de bu oluşturuyor. Yani bundan 14 yıl önceki ‘batan batsın’ görüşünün, ne kadar yanlış olduğu, üretimin ne denli kıymet arz ettiği bir kere daha iktisaden kanıtlanıyor.

Üreteni ürettiğine pişman eden, sıcak parayı ve krediyi ülkeye getirip, onunla da yabancı ürün tüketen, bunun üzerinden vergi alıp, enflasyon mücadelesi yapan ekonomik yaklaşımımız doğal olarak iflas etti.

Şimdi ekonomi yönetimi de bunun bilincinde ve üretime geçmeye çalışıyor. Ama sorun şu ki; dayak yemiş, yorgun boksörü şampiyonluk maçına çıkarma çelişkisiyle karşı karşıyayız. Bir numaralı sorunumuz işsizlik olacaktır ve bunun çözümü de sorunu kabullenip, hamaseti bırakıp, gerçeklerle yüzleşerek, planlı ekonomiye geçmekten başka bir yol değildir.

[email protected]

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir