Çetin Ünsalan – Ekonomide üçlü makas

Türkiye, geçtiğimiz hafta Merkez Bankası’nın faiz kararına kilitlendi. Elbette dolar ile ilgili neler olacağı da bunun içerisindeki en büyük soru işaretlerinden biriydi. Herkes farklı tahminlerle ortaya çıktı.

Sonuçta Merkez Bankası doğru ya da yanlış, eksik ya da fazla yüzde 6,25’lik bir faiz artışıyla hamle yaptı. Kimileri bunun son derece yerinde bir karar olduğunu düşündü, benim de içinde olduğum diğerleri faiz sarmalına girmiş Türkiye’nin bu kadar yüksek bir faizle sorunu çözemeyeceğini, yeni faiz artışı talebinin kaçınılmaz olduğunu dile getirdi.

Fakat neticede kim ne derse desin, faiz kararının sonrasında dolara etkisine bakıldı. Hemen karar öncesinde Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarıyla 6,55’lere kadar yükselen dolar / TL, akabinde 6,40’lar seviyesindeyken, faiz kararıyla beraber düşüşe geçti. Ne var ki bu kadar dramatik oranda bir artışa rağmen 6,10 – 6,20 bandında gidip geliyor.

Şimdi işin iddia kısmını bir kenara bırakırsak, zaman zaman gevşemeler olmasına, hatta dramatik düşüşler gösterme ihtimaline karşı bile sorun ortadan kalkmıyor. Çok açık bir gerçek var ki, finans piyasaları mutlu olsa da, 5 TL ve üzeri gerek reel sektör, gerekse de Türkiye ekonomisi için kaldırılabilir maliyetler değil.

Herkes gözünü şu an 20 Eylül Perşembe günü açıklanacak olan orta vadeli programa çevirdi. Bunun beklentisi satılıyor ya da satın alınıyor. Oysa bugüne kadarki performanslardan biliyoruz ki, bu beklenti içine girilecek bir başlık değil.

Nitekim ilk açıklamalara da baktığınızda yine güveni zedeleyen yanlar var. Mesela ekim ayında enflasyonun aniden düşeceğini söyleyen bir Bakan ile karşı karşıyaysak, çok da gerçekçi bir yaklaşım içerisinde olduğumuz söylenemez.

Doları dış güçlere, faizi lobilere bağlayan iktidarın, zamları da fırsatçılara kilitlemesiyle sorunlar ortadan kalkmıyor. Hatta bugünkü faiz oranlarıyla reel sektör iyice içinden çıkılmaz bir hale geliyor.

Düşünsenize dolar maliyetleri nedeniyle yüzde 40 devalüasyonla sermayesi erimiş, enflasyon rakamlarına baktığınızda maliyetlerini fiyatlara yansıtamamış, stokları şişip, ödemeler dengesi kırılmış ve buna karşılık iç piyasada git gide hareketin azaldığı gerçeğiyle yüzleşen bir reel sektörümüz var.

Şimdi de yüzde 24 faiz gerçeğiyle karşı karşıyalar. Bu oranlarla yüzde 45 diliminden aşağıya kredi bulabilmeleri mümkün değil. İç piyasada alacaklarını tahsil edemeyen, ihracatta alıcının vade talebiyle karşı karşıya kalan reel sektör çarkları nasıl döndürecek?

Bu iki kıskaca ilaveten kimsenin konuşmak istemediği bir de petrol fiyatları var. Şu an 78 dolar seviyesinde gezen Brent petrolün varil fiyatının 80 doları kırması durumunda tost olmayı bırakıp, üçlü işkence aletiyle kıskaca girecek.

Peki tüm bunları önemsemeyen ekonomi yönetimi ne yapıyor? Katma değer beklerken, en tanınan kurumlarından birinin kıyafetlerini İtalyanlar’a tasarlatıp, en önemli önceliğinin de Kanal İstanbul olduğunu açıklıyor.

Bakın daha Trump’ın Çin’e 200 milyar dolarlık verginin uygulanma talimatını vermesini, artan korumacılığı, daralan dünya piyasalarını, git gide azalan ya da maliyetlenen likiditeyi, Türkiye’nin artan risk primlerini ve bölgemizdeki jeopolitik riskleri saymadım bile…

Varın gerisini siz düşünün. Bu fotoğrafın tek çıktısı, yeni konkordatolar, artan gizli iflaslar, hızla yükselme riski bulunan bir işsizlik ve kapımıza dayanan stagflasyon riski. Ekonomideki bu üçlü makası görmemek, sorunları gerçekten masaya yatırmamak, tercihlerinde de eski yanlışlarında ısrar etmek tek bir anlama geliyor.

Verilen mesaj şu: Ne haliniz varsa görün… Görmesine görelim de, faiz artışıyla mutluluk kelebeğine dönüp, gerçeklere gözlerini kapayanlarla, yapılan artışı siyasi söylemlerine yediremeyip, bu konudan çıkamayanları ne yapacağız?

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir