Kazım Çiloğlu- Dünyayı yönetmeyi biraz ertelesek olmaz mı?

Sanki bizim derdimiz bize yetmiyormuş gibi işi gücü bıraktık, dünyada ne kadar kemikleşmiş devasa sorunlar var, tek çözücüsü ve tek savunucusu haline geldik ya da kendimizi öyle görür olduk!

Hani derler ya dünya derdi bitmez tükenmez…

Elbette bu medyamızın ekran ve manşetlerinde yer alan başlık ve yorumların bir sonucu olarak, tüm toplumda yaratılan algıdır.

Oldukça da etkin bir kanıdır!

Dünyanın devasa sorunları gözümüzü o kadar korkutuyor ve bununla mücadele eden yürütmenin(!)mesaisi o kadar yoğun ki insanın bireysel derdi ve yakarışları bu vaveyla da duyulmuyor bile…

Dünya beşten büyük olduğu ne kadar bir gerçek ise bizim özellikle de ücretli kesimin, her renk yakalısından tutunda, peşi sıra konkordato ilan eden koca, koca şirketlerin ve çalışanlarının derdi, endişeleri dünyadan bile büyük hatta uzay da ki gezegenlere doğru son sürat seyrediyor desek hiç de abartmış olmayız!

İçte özellikle de dış da ki olayları, en üst düzeyden ve ağızdan gündeme getirtip, oturtuyor ve gene bu sorunları ve olayları zıt görüşlerin dengelendiği bir ortamda ve de bilimsel ve evrensel değerlere göre değil de, tek yanlı ve sorgulamasız, adeta vaaz verir gibi kendi bakış açılarımıza göre topluma dayatıyoruz…

Diğer yandan da dünyanın kıtlık çekilen ve savaşların, vahşetin yaşandığı yerleri gündemde tutup, aynı zamanda siyasi risk taşımayan bu konulara eğilmekle, halimize bin şükreder bir toplum haline gelmemiz mi sağlanıyor?

Öyle ya beterinde beteri vardır!

Evet, ama dünyanın büyük bir kısmında da, iyinin de iyisi olduğunu neden dikkate almıyoruz ya da bu ortamlar gözlerimizden özellikle kaçırılıyor?

İmrenir ve bizde o tür yaşamaya özlem duyar ve isteriz diye mi çekiniliyor dersiniz?

Eğitim de

Ekonomide

Özellikle de milli gelirin bölüşümde

Yaşam düzeyimizin daha yükseltilmesinde

Sağlıkta

Yetişmiş eleman ihtiyaçlarının karşılanması ve eğitimlerin buna göre yönlendirilmesinde, bin türlü derdimizi oturup, bilimsel değerlerle çözüm üretmemiz gerekirken, tam tersi yetişmiş özellikle de yüksek eğitimli insanlarımızın yurt dışına çıkışlarını umursamıyoruz bile…

Bir tesisi finansman sorun olmadığında, bir yıl belki daha da önce bitirilip hizmete sunabilirsiniz ama yüksek eğitimli bir insan için en az yirmi beş yıl, deneyimli ya da yüksek lisanslı bir elaman için ise otuz yıllık bir zamana gerek duyulduğunu neden önemsemiyoruz ve önlem almıyoruz ki?
Kaliteli insan iş gücü kaybını, hem ülke eğitim yatırımlarının heba olmasına hem de bu yetişmiş kaliteli kadroların, ülke içinde hizmetlerinden mahrum kalınarak, yetersiz kişilerin bu kadroları doldurması ile bir birini izleyen ve ülke geleceğini de etkileyen olumsuzlukların da büyümesine neden olunmaktadır

Artık dünya sorunlarını biraz erteleyip, kendi insanımıza ve ülke sorunlarına yönelsek çok daha iyi olmaz mı?

Her sorunu halının altına süpürerek ya da sumen altı ederek, devasa hale getirmekle bir yere varabilir miyiz?
Eninde sonunda tüm bu birikmiş dertleri ve sorunları gene biz çözüme ulaştırıp, misli ile bedelini de ödemeyecek miyiz?

Artık eğri oturup doğru konuşma vakti geldi de geçiyor bile, ilk iş olarak da başta Sayıştay raporları olmak üzere, ülke bütçesinin dağılımı ve harcama kalemlerinin en ince detayına kadar inceleme ve sorgulama, ilk başta muhalefetin ve medyanın hatta en sade vatandaşın bile öncelikli görevi olmalıdır.

Sözün özü;

Eğer tırnağımız varsa, önce kendi başımız kaşıyalım!

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir