Çetin Ünsalan – İthal muz talep eden, tarım peşinde koşmasın

Geçtiğimiz hafta sonu Şile’de gerçekleşen 4. Tohum Takas Şenliği’ne katıldım. Beş yıl önce bir köy kahvesinde planlanan projenin bugün geldiği nokta, takasıyla da, Yeryüzü Pazarı ile de, Türkiye’deki projeler adına ümit verici.

Öncelikle tohum takasından bahsetmek gerekiyor. Yıllar önce Ege’de başlayan ve benim de dikkatimi çekerek defaten yayına aldığım bu organizasyonun, ülkenin muhtelif yerlerine yayılması önemli.

Çünkü tohum takası, Türkiye’de Tohum Kanunu ile, yerli tohumların üretilip, satılmasını engelleyen sistemi ve yasayı, Türk modeli ve zekâsıyla delme faaliyeti.

Türk insanı ‘madem yasayla bu mesele yasaklandı, Anadolu topraklarına ait tohumları yaşatmak için, biz de bilâ-ücret takas sistemini başlatırız’ diyerek, saygın bir organizasyon ile Türk tarımı adına önemli bir iş yapıyor. Bu vesile ile Milli Tarım Projesi açıklayanların, önce bu kanunu tartışmaya açmalarının faydası olduğuna dikkat çekmek isterim.

Ama bu organizasyonda en çok ilgimi çeken, Yeryüzü Pazarı’nda konuştuğum üretici Burak Demirtaş’ın sözleriydi. Arpalık buğdayın önemine değinerek ve ekmekte tüketicilerin mutlaka ekşi mayalı ürün istemeleri, kaya tuzu kullanmaları gerektiğini vurgulayarak başladı konuşmasına ve sonrasında içini döktü. Dedi ki:

“Üreticinize, çiftçilerinize sahip çıkın. Tohumlarınızı şirketlere teslim etmeyin. Yerel ürün önemlidir. Doğru ve kalıcı bir sistem kurmak istiyorsak, fırın, değirmenci ve çiftçinin birlikte olması gerekir. Çocuklarımızı zehirlemeye de hakkımız yok. Her şeyi zamanında ve yerinde tüketin. Şile, yaptığını içinde ve çevresinde tüketebilir. Kargoyla ekmek gitmez. Ama ithal muz talep ediyorsanız, tarımdan da, üretimden de medet ummayın.”

Esasen benzer bir yaklaşımla oluşturulan Yeryüzü Pazarı için, Şile Belediye Başkanı Can Tabakoğlu da benzer bir yaklaşım sergiledi. Bir megakentin kırsallara da ihtiyacı olduğunu vurgulayan Tabakoğlu, İstanbul ormanlarının yüzde 40’ının, su havzalarının yüzde 60’ının, Karadeniz kıyısının da yüzde 40’ının Şile’de olduğunu belirtip, en büyük tehdidin çok katlı konutlar olduğunu söyledi.

İstanbul’un mevcut yapısıyla hem müşteri olarak kendileri adına potansiyel, yapılaşma adına da risk teşkil ettiğini ifade eden Tabakoğlu, Şile ekonomisini tarımsal nitelikli turizm üzerine kurmayı amaçladıklarını anlattı. Yeryüzü Pazarı’nda 55 tezgâh var, haftanın 2 günü toplanıyor ve üretici kendi malını satıyor. Pazardan bir gün önce ürün yerinde kontrol ediliyor. Sunulan mal, talebi dahi karşılayamaz hale gelmiş.

Şile, İstanbul için doğal beslenmeye talip olduğunu duyuruyor. Konutun sürdürülebilir bir ekonomi olmadığını, ama tarımın kalıcı olduğunu belirten Tabakoğlu, 2017 yılında da dünyada 1850’den beri düzenlenen Dünya Arıcılık Fuarı’na ev sahipliği yapacaklarını açıklıyor.

Şile, yine dünyanın en büyük diyabet kampını bitirmek üzere ve engelli kampı da arkadan geliyor. Tabakoğlu köylünün uyanmasının, tarım arazilerinin satılmamasının çok önemli olduğuna dikkat çekiyor ve esasında projenin nedenini de farklı bir açıdan ortaya koyuyor: “Turizm ve tarımla ilgili bir gelecek yaratılamazsa, Şile inşaata kurban gider.”

Şile bezine coğrafi işaret de alınmış. O Şile bezi ki, 1976 yılında Türkiye’nin ihracat ikincisi ürünü. Ama sentetik işin içine girince kan kaybediyor. Orijinali korumak için coğrafi işaretten umutlular.

Tüm bunları dinleyince, alışageldiğimiz üzere Şile Belediye Başkanı’na il olmayı da talep edip etmeyeceklerini sordum. Bana kasabalı olmaktan mutlu olduğunu ve bu haliyle Şile’yi korumak istediklerini söyledi. İşte bu mantık çok önemliydi.

Adnan Kahveci’nin eski Bakan Danışmanı Erdoğan Kutlu’nun öncülüğünde, yıllardır Türkiye’ye anlatmaya çalıştığımız ihtisas köyleri adına Şile doğru bir strateji belirlemişti. İlhamını Atatürk zamanındaki Cumhuriyet köylerinden alan bu projede köylü üretimini yapıyor ve kooperatiflerin öncülüğünde oluşturulan kervansaray modeli yapılarda yerinden satış ya da ihracat gerçekleştiriyor.

Erdoğan Kutlu, Dünya Gazetesi’nde yayınlanan bir makalesinde bakın ihtisas köylerine hangi örnekleri veriyor?

“İsviçre’deki Mücevher Köyleri üretmiş oldukları mücevher ve saatlerden ülkelerine önemli oranda döviz kazandırmaktadır. (Kaynak: Gold International) Aynı şekilde İsviçre’de süt ve süt mamulleri üreten köyler, çikolata üreten köyler ile bal üreten köylerde önemli ölçüde döviz elde edilmektedir.

İtalya’da ve Fransa’da parfüm ve kozmetik mamulleri, ipek ve ipekli mamulleri, deri ve deri mamulleri, yün ye yünlü mamulleri ile mobilya üretimi yapan’ İhtisas Köyleri bulunmaktadır.

Venedik ve Murano Adası’ndaki cam el sanatları üretiminin, yapıldığı atölyeler ile pazarlandığı mağazaları yılda 2,5 milyon turist gezer ve yapmış oldukları alışverişler ile İtalya ekonomisine önemli oranda döviz girdisi sağlar…

Almanya’da İhtisas Köyleri’nde üretilen keman ve viyolansel gibi yaylı çalgılar tüm dünyaya ihraç edilmektedir. Danimarka ve Hollanda’daki ihtisas köylerinde üretilen et ve et mamulleri ile süt ve süt mamulleri dünya pazarlarına satılmaktadır.

Tayland’ın başkenti Bangkok’taki Orkide Köyü ile Timsah Köyü’ne giriş dahi paralıdır. Orkideler tüm dünyaya ihraç edilirken, timsah derisinden yapılan ayakkabı, bavul, çanta, cüzdan ve kemer gibi mamuller turistlere ancak yetmektedir…”

Şile bakış açısıyla da, kervansaray sistemine benzer Yeryüzü Pazarı’yla da meseleyi yakalamış gözüküyor. Şimdi ortada önü açık bir başarı varken soruyorum: Neden modeli ülke geneline yaymıyoruz?

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir