Değişen Herhangi Bir Şey Yok!

Geçtiğimiz hafta genelinde gerek küresel ve ulusal düzeyde yaşanan gelişmeler, gerekse piyasalarda gözlenen eğilimler geleceğe yönelik belirsizlik algılamasını azaltmadı, durgunluk endişeleri ciddiyetini korumaya devam etti. Emtia ve sermaye piyasaları açıkların kapanmasına bağlı sınırlı bir yükseliş sergiledi, ancak orta vadeli trendlerde herhangi bir değişiklik gözlenmedi; fiyat oynaklığı kısmı azaldı, ve işlem hacimleri geriledi. Ülkemizde siyasi iradenin aldığı kararlar ekonomi gündeminde daha belirleyici oldu. Bekle-gör anlayışına bağlı olarak riskten kaçınma eğiliminin durulması olumsuz seçenekler arasındaki en iyi olarak kısmı bir rahatlama yarattı, fakat kırılganlık yüksek düzeyini korudu: Makro ekonomik beklentiler olumsuzlaşmaya devam etti, kredi değerlendirme şirketleri fazla mesai yapmayı sürdürdü. İçine düşülen ekonomik ve finansal açmazdan çıkış yönünde herhangi bir gelişme söz konusu bile olamadı.

Euro Bölgesi’nde bir şeyler yapılması gerekiyor, fakat herkes bu hamleyi Avrupa Merkez Bankası’ndan bekler iken, para otoritesi siyasilerin sorumluluk alması gerektiğine işaret ediyor, kördüğüm çözülemiyor, sorunlar ağırlaşıyor. Alman Başbakanı, aşırı borçlanma ve rekabet gücü yetersizliğinin onlarca yıldan beri var olduğunu ve bu nedenle mucize bir çözümün olmadığını dile getiriyor; bu gerçekler kimseyi rahatlatamıyor. ABD ekonomisinden hafta içinde gelen veriler ise kafa karıştırıyor; rakamlar Federal Reserve’nin eğilimlerin aşağı yönlü olduğu görüşünü pek teyit etmiyor. Bir şeyler yapmanın veya yapmamanın olası yan tesirleri hareket yeteneğini sınırlamaya devam ediyor. Gelişmekte olan ekonomilerdeki durgunlaşma yönündeki eğilimler ise güçlenmeye devam ediyor. Mali sisteme yönelik endişeler sorunlu ekonomilerin dışına taşarak küreselleşiyor. Soğuk savaş sonrasının en uzun durgunluk döneminin kapıda olduğu tahmin ediliyor, ama durumu düzeltmek ve sorunları çözmek adına hiç bir şey yapılamıyor.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız koşullar doğal olarak Türkiye ekonomisine ilişkin beklentileri de kademeli bir şekilde farklılaştırıyor. Bu ortamda makro çerçevesi açıklanan Orta Vadeli Plan kimseyi rahatlatamıyor: Zira görece uzun süreli küresel durgunluk, içeride yapılan hesaplar ile uyuşmuyor. Kamuoyuna açıklanan büyüklüklere yaklaşılması küresel durgunluk endişesinin mucizevi bir şeilde buharlaşmasını gerektiriyor, aksi taktirde yaşanabilecekleri kimse düşünmek bile istemiyor. Sormak gerekiyor küresel durgunluğun uzun süreli olması durumununda ekonomi nasıl büyüyecek, iç talebin daralması hangi yaklaşımlar ile engellenecek, riskten kaçınma eğilimi önemini korur ve sermaye hareketleri daralırken öngörülen büyük cari açık finansmanı ne olacak? Türk Lirası’nın değer kaybı ve enflasyon baskılarının beklentiler üzerindeki etkisi nasıl engellenecek? Bu ve benzeri sorular dönüp dolaşıp küresel koşulların süratle düzelmesi varsayımının ön plana çıkarıyor ve Orta Vadeli Planı gerçekçilikten uzaklaştırıyor. Diğer taftan sepet bazında döviz kurlarının yükseliş eğilimini koruması, enerji fiyatlarına gelen zamlar ve özel tüketim vergisinde yapılan ayarlamalar gibi gelişmelerin olası sonuçları beklentilerin düzelmesini engelleyen diğer değişkenler olarak karşımıza çıkıyor.

Finansal piyasaların oyuncuları ise Merkez Bankası’nın son bir yıl içinde farklılaşan para politikası uygulamalarını ise gerek stratejileri gerekse pozisyonları nedeniyle sindirmekte zorlanmaya devam ediyor. Eskiden olduğu gibi Türk Lirası faizlerin Türk Lirası’nın değerlenmesini sağlayacak şekilde ayarlanacağı günlerin geri döneceğini ummaya devam ediyor. Yerli para cinsinden kredi notumuzun yatırım yapılabilir seviyeye çıkmasındaki en önemli faktörün para politikasındaki değişiklik olduğunu unutuyor; eskiye geri dönüşün ciddi bir faiz yükselişi gerektirdiği ve ortaya çıkacak maliyetin altından kalkılamayacağı gibi gerçekleri hiç hesaba katmıyor. Artan çaresizlik ham hayallerin gerekçesi olabiliyor ve bunların üzerine yeni hikayeler yazmanın gideni geri getiremeyeceği gerçeği dikkate alınmıyor. Orta Vadeli Plan da bu palali destekleyecek umut aranıyor. Türk Lirası’nda yaşanacak değer kaybı veya değerlenmenin tüketici ve yatırımcılar üzerindeki etkisinin vade perspektifine göre taban tabana zıt olduğu biliniyor ama gereği yapılamıyor!.. Onlar sadece kısa vade ve kolay kazançla ilgilendikleri için tüketim ve yatırımı yine kısv adede destekleyecek eğilimi arıyor ve sonrasını hiç düşünmüyorlar. Bu durum göründükleri gibi olmadıkları gerçeğini de açığa çıkarıyor, küresel düzeyde yaşananlardan gerekli dersleri de alamamaya devam ediyorlar… Orta Vadeli Planı hazırlayanlarında bu çelişkiden etkilendiği ve orta yolu arar iken köşeye sıkıştığı dikkat çekiyor…

Gerek içeride gerekçe küresel düzeyde boşa koysanız dolmuyor, doluya koysanız almıyor. Gerçekleşme olasılığı giderek zayıflayan varsayımlara dayanarak göz boyamak ve beklentileri yönlendirmeye çalışmak ise artık pek etkili olamıyor. Koşullar herşeyin değişmesini gerektirir iken bunu engelleyerek ve sadece birşeyler değişiyormuş gibisinden bir görüntü ile oyalanarak sorunların ağırlaşmasını engelleyemeyiz. Eğer bunun aksi doğru olsa idi küresel durgunluğa hiç girilmemiş, girilse bile çoktan çıkılmış olur idi!.. Ayrıca sürdürülebilir olmayan eğilimlerin gündemde olduğu ve sorunların ağırlaşmaya devam ettiği bir ortamda herşey kısa vadelidir, bu durumu görmezden gelen ve radikal kararlar içermeyen orta vadeli hesaplar gerçekçi olamaz… Akıntıya karşı yiyerek çok kıymetli olan zaman ve enerjiyi tüketmenin çözüm olduğunu duyan veya bilen biri var mı?..

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir