Dijital dönüşüm için Türkçe konuşun

– wp:paragraph –>

Dünya ekonomisi üretimden satışa kadar tüm süreçlerinde yeni bir
kulvara giriyor. Bu süreçte bilhassa 5G sonrası nesnelerin internetinin de
devreye girmesiyle birlikte birçok ezber bozulacak.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Türk firmalarının ise bu sürece ayak uydurması hayati önem taşıyor.
Hatırlayacaksınız TÜSİAD Başkanı olmadan birkaç gün önce Dünya Gazetesi’ne
röportaj veren Erol Bilecik tehlikeyi şu sözlerle duyurmuştu:

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

“Şayet reel sektörde dijital dönüşümü gerçekleştiremezsek, ilk 500
firmanın yarısı yok olacak.” Bundan daha büyük bir uyarı var mı? Nitekim
Başkanlığı döneminde de bu konuda bilinçlendirme ve yol gösterme anlamında
önemli toplantılara, konferanslara imza attı Bilecik.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Fakat ortada büyük bir problem var. Ne yazık ki bu konuyu anlatması
gereken, hatta bu konuda dönüşüm aşamasında yararlanılacak firmaların
yetkilileri, istisnalar olmakla birlikte Türkçe konuşamıyor.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Türkiye’de işletmelerin yüzde 98’inin küçük ve orta boy işletme
olduğunu düşünürsek, dijital dönüşümü anlatayım derken, meseleyi İngilizce
dersine çevirmenin ukalalık dışında kimseye bir faydası yok.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Son örnek dün Bloomberght televizyonunda öğle saatlerinde gözüme
takıldı. İş dünyasına hitap edilen bir yayın içerisinde, plazalardan fırlamış
gibi yarı Türkçe yarı İngilizce tabirlerle kimseye bir şey anlatamazsınız.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Business network yerine iş ağı, marketing strateji yerine, pazarlama
planı demek bu kadar mı zor? Anlaşılmaz olmakla elinize ne geçiyor? Elbette iş İngilizcesinin
gerektiği ortamlarda kullanılması gerektiğini düşünüyorum.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Ama bir TV programında, bir konferansta, Anadolu’nun herhangi bir
yerinde sanayi ticaret odasında yapılan bir panelde bu lisanla kimseye bir şey
anlatamazsınız. Ayrıca kullanılan bir lisan olduğunu söylemek bile güç.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Yani bir söyleşi yaparsınız ve İngilizce olarak sunumunuzu
gerçekleştirirsiniz. Bunu anlarım. Aynı tercihi Türkçe olarak da
yapabilirsiniz. Bunu da anlarım. Fakat arabesk bir görüntü içerisinde, biraz
İngilizce biraz Türkçe konuşmanın ve anlaşılmaz olmanın kime ne faydası var?

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Evet, biz reel sektörümüzü dönüştürmeliyiz. Modern ve çağın
gerektirdiği teknoloji içerisinde, her firmanın kendi ihtiyaçları doğrultusunda
dönüşümü için yol göstermeliyiz. Bunu yaparken kendilerine yardımcı da
olmalıyız.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

Lakin daha ne dediğini anlaşılmayan insanların yeni ekonomiyi anlattığı
bir yerde, bunu nasıl yapabileceğiz açıkçası merak içindeyim. Dert bir şey
anlatmak mı; anlaşılır olmak mı? Türkçe’niz yetersiz ise iş yapmak için ortaya
çıkmayın ya da gidip İngiltere’de iş yapın. İnsanların da aklını karıştırmayın.

– /wp:paragraph –>

– wp:paragraph –>

[email protected]

– /wp:paragraph –>

“Dijital dönüşüm için Türkçe konuşun” ile ilgili 1 yorum

  1. Çok güzel bir konuyu ele almışsınız, teşekkürler.

    Madem ki “Nesnelerin interneti” çağı başladı, bu çağı yakalamak bir yana dursun; tam tersine bu çağın gelmesini mutlaka engellemeliyiz. Aksi halde bütün nesnelerimiz yoldan çıkabilir. Çünkü cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, biz;
    “Televizyonun, internetin, özellikle de sosyal medyanın kültürümüzü adeta yiyip bitirmesine göz yumamayız”.

    Çünkü biz, yine sayın Erdoğan’ın dediği gibi, “İbrahim milletiyiz”. Yarın öbür gün evimizdeki buzdolabı, çamaşır makinesi vb. gibi nesneler, internete girip ahlakları bozulur da; bize “İnternete baktım, Abraham Yahudi’ymiş, siz Yahudi milleti misiniz?” diye sorarlarsa, bu ahlaksız nesneleri, atsak atamayız satsak satamayız.

    Bu “Nesnelerin interneti çağı” belasından mutlaka korunmalıyız. Wikipedia’yı yasaklayalım, giremesinler, okuyamasınlar, ne anyayı anlayabilsinler, ne Konya’yı ne de Kenya’yı.

    Kapıyı çalmadan anahtarla eve girdiniz mesela. Bir de bakmışsınız ki sizin sofben, internete girmiş, komşuların nesneleriyle “Kızlı-erkekli” chat yapıyor, ne yapacaksınız? Normalde Abraham milleti olarak “Bacaklarını kırarım” demeniz gerekiyor ama şofbenin bacakları da yok ki. Keseceksin elbette bütün apartmanın internetini. Ama bu da çözüm değil, niye? Çünkü haydi diyelim apartmanın internetini kestiniz, ertesi gün kaldırımda yürürken, yol kenarına park etmiş bir motorsiklet size;
    “Şişşşt, külhanbey efendi! Senin kendi nesnelerinin ahlakından memnun değilsen, bu senin sorunun. Git kendi evindeki kendi nesnelerinin internetini kes, sana ne el alemin, nesnelerinden”
    derse ne cevap vereceksiniz?
    “Bana ne! Ben Abraham milletiysem, siz de Abraham nesneleri olmak zorundasınız. Ben “Barış ve hoşgörü” kültüründen gelme olduğum için, sadece kendi nesnelerimin değil herkesin nesnesinin ahlakına karışırım. Ve bu ahlakın ne olduğunu da ben belirlerim, uleyyyynnn”
    diyerek, (takiyesizce) külhanbeyliğinizi mi açık edeceksiniz?

    Haydi diyelim ki “Nesneler ahlaklı olsun ki internete zaten kendileri girmek istemesinler” dediniz. Sonra kitaptaki “İbadetlerdeki zamanlama konusunda zorlama yoktur, zor zamanınızda ibadeti erteleyebilirsiniz” anlamında söylenen “DİNDE zorlama yoktur” ayetini, “DİNE zorlama yoktur” çarpıtmasıyla, nesnelere o biçim “Hoşgörülü, özgürlükçü ve barışsever” havası attınız. Ardından da bütün nesneleri ZORLA, ZORUNLU din derslerine soktunuz. Bununla da yetinmeyip, hiç bir belge veya kanıt göstermeden, “Nesnelerin yoğun isteği üzerine” diyerek, nesnelerin liselerini patır patır kapatıp, yerlerine de onbinlerce nesne-hatip okulları açtınız.. Bunlar çözüm olur mu sanıyorsunuz? Buralara gidenler deist oluyormuş yahu!

    Avrupa’da, Japonya’da, ABD’de otomobilleri yağız yiğit delikanlılar, bıyıklı “Babayiğitler” yapıyorlar ya hani! Bizim millet “Genelde belgesel” izleyen”, Brad Pitt tipindedir ama diyelim ki yanlışlıkla bizde de bir “Babayiğit” çıktı ve yerli bir otomobil yaptı. Şimdi bu otomobil, Türk-iyede yapılmış olmasından yola çıkarak; internette “Biz ne Yahudiyiz ne de Arap. Ne mutlu Türk’üm diyene” derse ne olacak? Ayıkla pirincin taşını.

    Biz en iyisi “Nesnelerin interneti” hayallerini bırakalım da bir kenara, ilk önce internette, bilgisayarda, yazılımda daha önceki yıllarımızı yakalamaya çalışalım. Çünkü “Dindar ve kindar” nesil yetiştirme telaşımız başladığından bu yana, bu konularda çok geriye gittik. Size birkaç örnek vereyim. Söyleşilerde, konferanslarda “Türkçe” konuşulmadığından yakınıyorsunuz ya! Artık söyleşileri filan boşverin, bu konularda Türkçe kitap bile yok kitap. Evet, haksızlık etmeyelim, birkaç kişi en azından “Nesnelerin interneti” konusunda kitap yazmış ama, bunlar da sadece “Nesnelerin interneti” lafının ne manaya geldiğini anlatmaktan öte değil. Yani bu kitapları alanlar, bu konuda uygulama yapamazlar, sadece ne manaya geldiğini iyice anlarlar. Niye uygulama yapamazlar? Çünkü bunun uygulamasının yapılabilmesi için, herşeyden önce bazı proglamlama dillerini öğrenmeleri lazım. Bu da yetmez, veri tabanı sistemlerine hakim olması lazım.

    Java: Tüm dünyada en çok kullanılan programlama dilidir.
    Türkçe kitap: Adı : Herkes için Java. Yazarı: Herbert Schildt.
    Basım tarihi: Ekim 2007.

    Bu kitap, büyük ihtimalle dünyada en çok satın alınmış programlama kitabıdır. Çünkü dünyanın en populer dilini anlatan en geniş kapsamlı kitaptır.
    Bahsettiğim kitap eski olduğu için, “Java 6” versionunu anlatıyor ama şu anda bütün dünyada, çeşitli dillerde, “7, 8, 9, 10” versionlarını anlatan yenileri var. Türkiye ve Türkçe hariç.
    Şu anda 2007 yılındaki seviyemize olsaydık ne olurdu? Elbette ki o tarihte bu kitap nasıl basıldıysa, bu gün de yeni versionları var olurdu.

    MongoDB: Dünyanın en çok kullanılan veri tabanı sistemi. Türkçe sadece tek bir kitabı var. Kitap küçük boy 220 sayfadan ibaret. Ama yazarın kitaba renk katmak amacıyla eklediği espirileri, sık sık ve gereksizce konu dışına çıkmaları bu küçük kitabın yarısını kaplıyor. Yani aslında bir broşür kadar bir şey. Ama yine de yazarın ellerine sağlık çünkü, bu kitap dahi çölde bir bardak su gibi.

    Apache Cassandara, Hbase, Janusgraph ve daha bir çok dünyanın en tanınmış veri tabanı sistemleri. Hiç biri hakkında tek sayfalık kitap yok. Dünyada bu sistemler hakkında koca ciltlik yüzlerce kitap var, bari onlardan birini Türkçeye çeviren olsaydı ama o da yok.

    Yazılım konularında o kadar çok olmazsa olmaz kitaplar var ki, bunların hiç birisi Türkiye’de yok. Bunu da bırakın, bu teknolojilerde “Üretici” konumuna gelebilmek için, daha derin yazılım konularında da bilgi gerekiyor. Bu derin konularda ise kitabı zaten boş verin, internette tek sayfalık makale bile yok. Bu nedenle bilgisayarımdaki Chrome tarayıcısı beni, anadili İngilizce olan birisi sanıyor. Böyle sandığı için, aramalarda Türkçe sözcükler yazsam dahi bana çoğunlukla İngilizce sayfaları önde veriyor. Bununla da yetinmiyor, başka internet sitelerine girdiğim zaman, o sitelerin serverlarına da
    “Accept-Language: tr-TR,tr;q=0.7,en-US;q=0.9,en;q=0.8”
    bilgisi gönderiyor. Yani servera “Her iki dilde sayfan varsa, buna İngilizce olanını göster” demek istiyor.
    Neden biliyor musunuz? Çünkü sadece yazılım konusunda değil, bilimsel tüm konularda Türkçe arama yapmayı bırakalı yıllar oldu. Tarayıcı da çoğunlukla İngilizce arama yaptığımı ve İngilizce web sayfaları okuduğumu görünce, beni İngiliz sanmaya başladı.

    Wellhasıl, Abraham milleti olduk, Yahudi olduk, Arap olduk, bu da yetmedi İngiliz de olduk da, bir türlü Türk olamadık ki söyleşilerde konferanslarda Türkçe konuşulsun.

    Saygılar, sevgiler.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir