Erol Gürcan – Mart Ayında Ne Konuşacağız?

İçeride enflasyon verileri, TCMB kararı ve yaklaşan Anayasa Referandumu’na ilişkin gelişmeler; küreselde ise Fed, ECB, BoE, BoJ gibi önemli merkez bankaları toplantılarının yanı sıra ABD’de Trump’ın ekonomi politikalarına ilişkin belirsizlikler, ay sonuna kadar resmen başlaması hedeflenen Brexit’a ilişkin gelişmeler ve yaklaşan Fransa seçimlerine yönelik beklentiler takip edilecek…

Mart ayına TÜFE verileri ile başlıyoruz…

Yurtiçi piyasalar 3 Mart 2017 tarihinde açıklanacak olan şubat ayı enflasyon verileri ile yeni aya hızlı bir başlangıç yapacak. Tüketici Fiyatları Endeksi’nin (TÜFE), 67 katılımcı ile gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) anketine göre şubat ayında aylık bazda % 0.62, 21 katılımcı ile gerçekleştirilen Foreks anketine gör ise % 0.44 artış göstereceği tahmin ediliyor. Bizim beklentimiz ise aylık bazdaki artışın % 0.69 oranında gerçekleşerek yıllık bazda TÜFE rakamının % 10.00 ile çift haneye geleceği yönünde. TÜFE ocak ayında,  % 1.70 seviyesindeki piyasa beklentilerinin ve % 1.78 seviyesindeki bizim beklentimizin çok daha üzerinde gerçekleşerek, aylık bazda % 2.46 artış göstermiş; 2016 yılını yıllık bazda % 8.53 olarak tamamlayan TÜFE, bu veriyle birlikte yıllık bazda % 9.22 seviyesine yükselmişti. Kasım 2016 sonrasında TL’de gözlenen sert değer kayıpları ve vergi ayarlamaları nedeniyle bir süredir 2017 yılının ilk yarısında enflasyonun yeniden çift haneleri test edebileceği sıklıkla dile getirilmekte. Dolar/TL ve Euro/TL’nin eş ağırlığından oluşan Döviz Sepeti’nde gözlenen her % 10’luk artışın TÜFE tarafında kabaca 1.5 puanlık artışa yol açtığı ve bu etkinin birkaç aylık gecikmeyle TÜFE verilerine yansıdığı biliniyor. 2016 yılı son çeyreği ile TL’de hızlanan değer kayıplarıyla birlikte Döviz Sepeti % 20 üzerinde bir artış gösterdiği dikkate alındığında; enflasyon üzerinde kur kaynaklı olarak yaklaşık 3 puan civarında yukarı yönlü bir potansiyel olduğu öngörülebilir. Önceki aylarda TÜFE’de gözlenen yükselişte kurun yanı sıra petrol fiyatları, gıda fiyatlarındaki Rusya ve olumsuz hava şartları kaynaklı etki, vergi ayarlamaları gibi unsurları da unutmamak gerekir. Dolayısıyla, kur kaynaklı etkilerin özellikle son 2 ay itibariyle TÜFE verilerine etki etmeye başladığı ancak tüm etkinin henüz yansımadığı söylenebilir. Diğer taraftan, şubat ayı başında, Bakanlar Kurulu kararıyla bazı eşyalarda yapılan ÖTV, konutta ise KDV düzenlemesi enflasyonu düşürücü etki yapma potansiyeline sahip olmakla birlikte; net etkinin talebin seyrine bağlı olduğunu söylemekte de fayda var.  İktisadi faaliyetteki ılımlı seyirle toplam talepteki yavaşlama TÜFE’deki yukarı yönlü potansiyeli bir miktar sınırlamasına karşınnet etkinin hâlen yukarı yönlü risk tarafında olduğunu düşünüyoruz.

Kur gelişmeleri ve takvim avantajı elini güçlendirse de TCMB’nin işi hâlen zor…

Kasım ayında Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi sonrasında gerek ABD enflasyonuna yönelik beklentiler ile doların küresel olarak değer kazanması gerekse de Türkiye özelindeki bazı riskler nedeniyle TL’de gözlenen sert değer kayıplarının ardından TCMB, 12 Ocak’tan bu yana TL’yi güçlendirici yönde bir dizi önlem aldı. 2017 yılı itibariyle toplantı sayısı 8’e inen TCMB ocak ayındaki yılın ilk Para Politikası (PPK) toplantısında da koridor üst bandında 75, geç likidite penceresi borç verme faizinde 100 bp artırıma gitmişti. TCMB son PPK toplantısındaki karar ilişkin özet metinde, temel hedefi olan fiyat istikrarını sağlamak için gerekli görülürse mevcut duruşu daha da sıkılaştırmak üzere tüm önlemlerin alınmaya devam edeceği vurgulanmıştı. Kur tarafındaki tansiyonun düşmesi 16 Mart’taki yılın ikinci PPK toplantısı öncesinde TCMB’yi rahatlatan bir unsur olarak görülebilir. PPK toplantısı öncesinde TÜFE verisi ile Fed kararının da görülecek olması da TCMB’nin sahip olduğu önemli bir takvim avantajı oluşturmakta. Diğer taraftan, şubat ayı boyunca kurda gözlenen gevşemede TCMB’nin aldığı önlemlerin birikimli etkileri ile birlikte doların küresel olarak kazanma eğiliminin terse dönmesinin de payı olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla, Trump ve Fed’e yönelik beklentilerin yeniden doları küresel olarak değerlenme eğilimine itme riskini göz ardı etmemekte fayda var. Ayrıca, TCMB’nin para politikasındaki duruşunu temel olarak fiyat istikrarını sağlamak üzere şekillendirmeye devam edeceğini defaatle ifade etmiş olması da göz önünde bulundurulması gereken bir diğer kritik unsur. Ocak PPK öncesinde % 9.0 civarında olan Ağırlıklı Ortalama Fonlama Faizi son durum itibariyle % 10.4 seviyelerine gelmiş durumda. Kur tarafındaki seyri dikkate aldığımızda TCMB’nin mevcut duruşunun şimdilik genel anlamda piyasayı tatmin ettiğini söylemek mümkün. Bundan dolayı da, TÜFE ve Trump – Fed kaynaklı bir baskı gözlenmemesi durumunda TCMB’nin bu ayki toplantıda herhangi bir faiz değişikliğine gitmemesi ihtimali de; bu etkenler kaynaklı bir baskı görülmesi durumunda önceki toplantıdakine benzer şekilde faiz artırımına gitmesi ihtimali de hâlen masada. Sonuç olarak, Mart PPK kararına ilişkin sağlıklı bir öngörüde bulunmak oldukça zor. Son dönemdeki kur gelişmeleri ve takvim avantajı TCMB’nin elini bir miktar güçlendirse de; enflasyonda çift hane riski son derece güçlü hâle gelmişken ve iktisadi faaliyet ılımlı seyrederken faiz oranlarının nasıl belirlenmesi gerektiği sorusuna cevap verebilmek hiç de kolay değil.

Mart ayında yurtiçi ekonomi gündeminin potansiyel diğer başlıkları…

TÜFE ve TCMB kararına ek olarak 16 Nisan’da gerçekleştirilecek olan Anayasa Referandumu yaklaştıkça siyasi gündemin zaman zaman ekonomi gündemini yeni ayda da gölgede bırakmaya devam etmesi beklenebilir. Buna ek olarak sınır ötesinde devam eden askeri operasyonlar nedeniyle jeopolitik riskler de yine göz ardı edilmemesi gereken önemli unsurlar olarak izlenmeye devam edecek. Diğer taraftan, kuruluşuna ilişkin süreç yaklaşık 7 – 8 ay önce başlamış olsa da şubat ayı başında devredilen önemli kamu kurumlarıyla birlikte gündemin en sıcak başlıklarından biri hâline gelen Türkiye Varlık Fonu, 3 yıllık stratejik planına ilişkin detayların netleşmesi ve icraatlarına başlaması ile yine gündemin üst sıralarında yerini alabilir. Ayrıca, şubat ayının son günlerinde BDDK’nın bankaları rahatlatmaya yönelik bazı yeni adımlar üzerinde çalıştığına yönelik basında yer aldı. Bu çalışmanın Fitch’in not indiriminin ardından bankaların merkez bankasında bulunan yabancı para cinsinden varlıkları için uygulanan risk ağırlıklarının %50’den %100’e çıkacak olması nedeniyle gözlenebilecek olası negatif etkileri ortadan kaldırmaya yönelik olduğu ifade ediliyor. Henüz olası yeni hamlenin içeriği ve zamanlamasına ilişkin detaylar netleşmese, beklenildiği gibi bankaları rahatlatacak bir adımın gelmesi; sermaye yeterlilik oranlarının desteklenmesi, maliyetlerdeki artışın bir miktar azaltılması, risk ağırlıklı varlıkların hesaplanmasında baz alınan derecelendirme kuruluşu değiştirilme ihtiyacının ortadan kalkması ve kredi büyümesinin yavaşlamaması gibi sektör özelinde gözlenebilecek olumlu etkilere ek olarak hem kredi kanalı üzerinden hem de son 5 yılın en düşük seviyelerine gerileyen Merkez Bankası brüt döviz rezervlerini destekleyici etkisiyle genel ekonomik görünüme de katkıda bulunabilir.

Küresel Ekonomik Gündem: Sahnede yine merkez bankaları ve politikacılar var…

Mart ayı, yurtiçinde olduğu gibi küresel ekonomi gündemi açısından da oldukça önemli gelişmelere gebe. Merkez Bankları ve Politikacılar yeni ayda da yine başrolde olacak. 9 Mart’ta Avrupa Merkez Bankası (ECB) toplantısıyla başlayacak olan merkez bankası takvimi; 14 – 15 Mart’taki ABD Merkez Bankası (Fed) Federal Açık Piyasa Komitesi toplantısı (FOMC) ve 16 Mart’taki Japonya (BoJ) ile İngiltere (BoE) Merkez Bankalarının toplantılarıyla devam edecek. Bu toplantılar arasında şüphesiz en yakından takip edilecek olan Fed toplantısı olacak. 2016 yılına 4 faiz artırım beklentisiyle başlayan, buna karşın yılı ancak aralık ayındaki yılın son toplantısında yaptığı tek faiz artırımıyla tamamlayabilen Fed, 2017 yılına da 3 faiz artırım beklentisiyle başladı. Her çeyrek sonunda olduğu gibi kararın duyurulmasının ardından gerçekleştirilecek olan basın toplantısı ve sene başında oy hakkı olan üyelerdeki değişimin ardından Fed üyelerinin projeksiyonlarının ilk defa paylaşılacak olması bu ayki toplantının önemini artıran başlıca unsurlar olarak görülebilir. Hatırlanacak olursa, geçen yıl mart ayındaki toplantının ardından yayınlanan Fed üyeleri projeksiyonlarındaki 2016 yılı faiz artırım beklentileri 4’ten 2’ye inmişti. Bu ayki toplantının önemini artıran bir diğer unsur da Fed Başkanı Yellen’ın şubat ayında senatoda gerçekleştirdiği 6 aylık para politikası sunumunda ekonominin Fed’in hedefleri doğrultusunda hareket etmesi durumunda, daha fazla faiz artırımı olabileceğini söylemesi oldu. Son durum itibariyle piyasadaki beklentiler ağırlıklı olarak Fed’in bu ayki toplantıda faizleri sabit bırakması yönünde olsa da; bu toplantıyla kurulacak olan iletişimin yıla 3 faiz artırımı beklentisiyle başlayan nasıl hareket edeceğine dair oldukça kritik ipuçları barındıracağını bekleyebiliriz. Bu anlamda, mart ayındaki toplantı bir anlamda geçen yıl aralık ayında yapılan tek faiz artırımının en net sinyalinin verildiği Eylül 2016 toplantısı gibi değerlendirilebilir.

Her ne kadar merkez bankalarına ait gelişmeler küresel piyasaların seyrinde en önemli belirleyicilerinden biri olarak önemini korumaya devam etse de bu anlamda 2017 yılında Merkez Bankası Başkanları’nın yerini politikacıların alacağını düşünüyoruz. 2016’da İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma yönünde verdiği karar (Brexit), ABD’de propaganda döneminde marjinal vaatleriyle dikkat çeken Trump’ın seçilmesi, İtalya’daki Anayasa Referandumu’nun İtalya Başbakanı’nın istifasıyla sonuçlanmasına ek olarak; popülizmin giderek öne çıkmasıyla 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa Avrupa’da bu denli güçlenen aşırı görüşler ile bu yıl Avrupa’daki yoğun seçim takvimi ve ABD Başkanı Trump’ın politikalarına ilişkin belirsizlikler bu beklentimizin temelini oluşturan unsurlar olarak ifade edilebilir. ABD tarafında Trump’ın izleyeceği ekonomi politikalarının netleşmesiyle birlikte Fed’in faiz artırım sürecinin hızı da önemli değişiklikler gösterebilir. Ayrıca, Trump’ın başkan seçilmesinden bu yana attığı adım ve söylemlerin doların küresel değeri üzerinde yarattığı oynaklık da bu durumun önemli göstergelerinden biri. Dolayısıyla, Fed’in bu ayki toplantısı ve Fed yöneticilerinin açıklamaları kadar, hatta belki de bunlardan daha önemli olarak Trump’ın atacağı adımlar küresel piyasalar seyri üzerinde belirleyici olacak diyebiliriz.

Mart ayında piyasaların takibinde olacak diğer kritik siyasi gündem maddesi ise ay sonuna kadar resmen başlaması hedeflenen Brexit sürecine ilişkin gelişmeler olacak. Şubat ayı başında Brexit sürecini resmen başlatacak 50. maddenin işletilmesi yetkisini parlamentodan hükümete devredilmesini sağlayan çıkış sürecine ilişkin tasarı, iki kanatlı İngiliz Parlamentosu’nun alt kanadı olan Avam Kamarası’nda oylandıktan sonra Lordlar Kamarasına sunuldu. Lordlar Kamarası’ndan alınacak onay sonrasında tasarının Kraliçe’ye gönderilerek yürürlüğe girmesi, aksi takdirde yeniden parlamentoda ele alınması bekleniyor. Hükümet yasanın en geç 7 Mart’ta yürürlüğe girmesini ve böylelikle Başbakan May’in 9-10 Mart’ta AB Liderler zirvesinde 50. maddenin işletilmesi için resmi bildirimini yapması hedeflemişti. Süreç resmen başlayana kadar yaşanacak gelişmelerin zaman zaman piyasalarda oynaklığı artırabileceğini ve Başbakan May’in daha önce işaret ettiği gibi Mart sonuna kadar Brexit sürecinin resmen başlamasının beklendiğini ifade etmekte fayda var. Diğer taraftan, 23 Nisan’da 1. Turu, 7 Mayıs’ta 2. Turu yapılacak olan Fransa Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine ilişkin yayınlanacak anketler ve gelişmeler de yeni ayda küresel piyasalardaki oynaklığı artırıcı unsurlardan biri olmaya aday. Son anketler, 1. Tur seçimlerinde aşırı sağcı aday Marine Le Pen’in önde olduğunu ancak 2. Turda geriye düşebileceğini işaret ediyor.

Erol Gürcan

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir