İhracat, İşsizlik ve Enflasyon

Dünya ekonomisinin ne oranda büyüceğine ilişkin en son tahmin ocak ayı içinde IMF tarafından açıklandı. Eylül ayındakilere göre daha düşük büyüme tahminleri söz konusu. Dünya ekonomisinin bir bütün olarak 2012’de yüzde 3.3 oranında büyümesi öngörülüyor. Bu, bir yıl öncesine kıyasla 0.5 puan daha düşük.

Bizim açımızdan daha önemlisi, şüphesiz, ihracatımızın yarıya yakını yaptığımız Avrupa Birliği. 2011 yüzde 1.6 oranında büyüyen Avrupa’nın 2012 yılında yüzde 0.1 oranında küçülmesi bekleniyor. Euro Bölgesi için küçülme tahmini ise yüzde 0.5 düzeyinde. Dün 2011’in dördüncü çeyreğine ilişkin büyüme oranı açıklandı. Buna göre, hem Euro Bölgesi hem de bir bütün olarak Avrupa Birliği bir çeyrek öncesine kıyasla yüzde 0.3 oranında küçüldüler.

Gelişmekte olan ülkelerin de 2011’e kıyasla daha düşük bir oranda büyüyecekleri tahmin ediliyor. Fazla rakama boğmaya gerek yok; ihracatımız açısından 2012 büyüme öngörüleri sevimli değil.

İhracat

İhracatımızı asıl olarak iki ana para birimi cinsinden yapıyoruz: Dolar ve euro. Önce euro cinsinden yaptığımız ihracatın gelişimine bakıyorum. Grafik 1’de her ay itibarıyla son üç ayın euro cinsinden ihracatının toplamının hareketleri gösteriliyor. Ele alınan dönem 2007’nin Mart ayı ile 2012’nin Ocak ayı arasındaki dönem. Grafik 2’de ise yine üçer aylık toplamların bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde değişimleri yer alıyor.

Euro cinsinden yaptığımız ihracatın önemli bir kısmının Euro Bölgesi ülkelerine yönelik olduğunu düşünebiliriz. Bölge ekonomisinin büyüme hızının düşmesinin ihracatımızı olumsuz yönde etkilediği net biçimde görülüyor. Grafik 1’de euro cinsinden ihracatımızın 2011 ortalarından bu yana aynı düzeyde seyrettiği açıkça ortaya çıkıyor. Grafik 2 ise, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla, euro cinsinden ihracatımızın artış hızının aynı dönemde önemli ölçüde düştüğünü belirtiyor.

Dolar cinsinden ihracatımızın gelişimi Grafik 3’te, yıllık yüzde değişimleri ise Grafik 4’te yer alıyor. Yine üçer aylık toplamlara ve bu toplamların değişimlerine bakıyorum. İki nokta dikkat çekici: Dolar cinsinden ihracatımız henüz kriz öncesindeki düzeyine ulaşamamış. Buna karşılık, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla değişimi, euro cinsinden ihracatımızın yıllık yüzde değişiminin belirgin biçimde üzerinde.

2012’de ne oranda büyüceğimizin temelde iki unsura bağlı olduğunu vurgulamıştım: İhracat performansımız ve uluslararası risk alma iştahı. İhracat performansımız doğrudan üretim düzeyimizi etkiliyor. İhracatın büyüme oranına 2011’deki kadar olumlu etki yapmayacağı ortada. Risk alma iştahı ise Türkiye’ye gelen ve Türkiye’den çıkan dış fon miktarını etkiliyor. Şirketlerimizin ve bankalarımızın yurtdışından borçlanabilme olanakları değişiyor. Böylelikle döviz kuru ve faiz hareketleri oluşuyor. Risk alma iştahının büyüme oranı üzerine olası etkilerini daha önce tartışmıştım, ayrıca aşağıda enflasyonu incelerken de değineceğim.

İhracatımızın büyüme üzerine eskisi kadar olumlu etki yapmayacak olmasının istihdama da yansımaları olacak. Sıra işsizlikteki gelişmeleri incelemeye geldi.

İşsizlik

Önceki hafta 2011 yılı ortalama işsizlik oranımız açıklandı. Krizin işgücü piyasasında etkisinin en üst düzeye çıktığı 2009 yılında işsizlik oranı yüzde 14 olmuştu. İki yıl içinde keskin bir düşüş gerçekleşti ve işsizlik oranımız yüzde 9.8’e geriledi. Daha önemlisi tarım dışı sektörlerdeki işsizlik oranı. Önemli bir düşüş var; iki yıl öncesine kıyasla beş puan azalarak yüzde 12.4’e indi.

Yıllık ortalama rakamlar işsizlik oranındaki çarpıcı düşüşü yeterince sergileyemiyorlar. Aylık işsizlik oranlarına bakmakta da yarar var. Grafik 5’te mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış işsizlik oranları yer alıyor. Bu defa ele alınan dönem Ocak 2005 ile Kasım 2011 arası. Krizden bu yana işsizlikte gerçekleşen düşüş gerçekten çarpıcı.

Bu çarpıcı ve sevindirici düşüş önemli yapısal sorunlarımızı arka plana itmemeli. İki yapısal sorunumuz var. Birincisi, işgücüne katılım düşük. İkincisi, işsizlik oranımız yüksek sayılabilecek bir düzeyde katılık gösteriyor. Krizden bu yana gerçekleşen düşüş dikkate alındığında “Hangi katılık?” diye sorulabilir. Sözünü ettiğim katılık, kriz yaşanmayan ‘normal’ dönemler için geçerli.

Son iki yılda işgücü piyasasında gözlenen olumlu gelişmeler katılma oranına da yansıdı. İki yıl öncesine kıyasla katılma oranı iki puan arttı ve yüzde 49.9 oldu. Ne var ki uluslararası standartlara göre hala işgücüne katılma oranı çok düşük. Önemli bir üretim potansiyelimizi kullanamıyoruz. Arkasındaki temel neden kadınlarımızın işgücüne katılma oranının çok düşük olması: Sadece yüzde 28.8.

Katılığı göstermek için yıllık ortalamalara ve ‘normal’ yıllara bakıyorum. Krizin etkisiyle işsizliğin arttığı 2008-2010 dönemini dışlarsam, birbirleriyle karşılaştırılabilir verilerin bulunduğu 2005 ve sonrasındaki durum şöyle: Yüzde 10.6 ile yüzde 9.8 arasında gerçekleşmiş işsizlik oranları. 2011’den önceki en düşük işsizlik oranı 2006’da: Yüzde 10.2.

Aynı dönemde ortalama büyüme oranımızın yüzde 7 olduğu hatırlanırsa, sorun daha net biçimde ortaya çıkar. 1960’tan bu yana gerçekleştirdiğimiz ortalama büyüme oranımızın oldukça üzerinde bir oranda büyüdüğümüz bir dönemde, işsizlik oranımız yüzde 10 düzeyinde çakılmış kalmış. 2012 yılına ilişkin en iyimser büyüme tahminlerinin bile yüzde 7’nin oldukça altında kaldığını dikkate alarak 2012’de işsizlik oranının bir miktar artacağını beklemek gerekir. Kısacası, 2012’de aynı katılığın süreceği anlaşılıyor.

Bir de uluslararası kıyaslama yapayım. Bu defa 2005-2011 dönemini bir bütün olarak ele alıyorum. Tablo 1’de yer alan ‘diğer gelişmiş ülkeler’, G-7 grubu ve Euro Bölgesi dışında kalan gelişmiş ülkeleri ifade ediyor. G-7 ülkelerinin hem grup ortalamasını verdim hem de yedi ülkeden dördünü ayrıca gösterdim. Yedi büyük ekonomi içinde en düşük işsizlik oranı Japonya’da, en yükseği ise Fransa’da.

Tablonun verdiği mesaj çok açık. Türkiye’nin işsizlik oranı yüksek. Üstelik, kriz nedeniyle ortaya çıkan yüksek işsizlik oranlarını Türkiye için dikkate almayıp tablodaki diğer ülkeler için dikkate alsak da, durum değişmiyor. Elbette gelişmiş ülkeler arasında çok daha yüksek işsizlik oranına sahip ülkeler bulabiliriz. Mesela İspanya. Ama o İspanya’nın sorunu; İspanya’nın ya da benzer bir ülkenin işsizlik oranının çok yüksek olması ve dolayısıyla bizim onlarınkinden düşük bir işsizlik oranına sahip olmamız, bizim işsizlik oranımızın yüksek olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Enflasyon

Tıpkı işsizlik oranı gibi enflasyon oranı da bir süredir yüzde 10 düzeyinde bir katılık gösteriyor. Son dört aydır durum böyle. Son olarak, şubat ayında yıllık tüketici enflasyonu sınırlı bir azalışla yüzde 10.4 olarak gerçekleşti. Ancak enflasyondaki bu katılığın geçici olması ihtimali az değil.

Bu ihtimalin yüksekliği ile uluslararası risk alma iştahı arasında yakın bir ilişki var.  2011’in ikinci yarısındaki son derece olumsuz hava, özellikle Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı likidite önlemleri ile yerini daha olumlu bir havaya bıraktı. Önce olumlu havanın sürmesi durumunda enflasyondaki olası gelişmeleri tartışacağım.

Olumlu ortam risk alma iştahını artırdığı için, lira üzerinde değerlenme baskısı oluşabilir. Salt enflasyon açısından bakıldığında iyi haber bu. Sermaye hareketlerinde 2010 ve 2011’in ilk yarısına kıyasla azalma gerçekleşebilir ama bu azalma keskin olmaz. Buna bağlı olarak, 2012 büyüme oranı Orta Vadeli Program’da öngörülen düzeye yakın bir yerde gerçekleşebilir. Büyüme oranının korkulduğu gibi düşmeyecek olmasına karşın, bir önceki yıla kıyasla önemli ölçüde azalacak olması nedeniyle, fiyatlar üzerine belirgin bir talep baskısı beklememek gerekir. Bu olası gelişmeler enflasyonun düşmesine yardımcı olur. Buna karşın, petrol fiyatlarında son aylarda gözlenen yukarıya doğru eğilim enflasyonu yükseltecek yönde etki yapar.

Bu üç farklı etkinin neti enflasyonu düşürücü yönde olur. Merkez Bankası’nın beklentilerine uygun biçimde yılın ikinci yarısında enflasyonda belirgin bir düşüş görebiliriz. Bu durumda, olumlu havanın sürmesi koşuluyla, enflasyonun yılsonunda hedefin oldukça üzerinde ama şu andaki düzeyinin altında bir yerde olmasını beklemek gerekiyor. Yüzde 7-8 aralığı ulaşılabilir gibi görünüyor.

Yukarıda sıraladığım olası gelişmelerin mevcut olumlu havanın sürmesi halinde geçerli olacağını hatırlatayım. Ayrıca ‘olumlu’ derken bu olumluluğun 2011’in ikinci yarısına kıyasla olduğunun da altını çizeyim. Öte yandan bu olumluluğun arkasındaki temel neden olan Avrupa Merkez Bankası’nın uygulamalarıyla sadece zaman kazanıldığını, temel sorunların ise hala çözüm beklediğini de eklemek gerekiyor.

Son bir hafta içinde piyasalarda gerginliğin bir miktar arttığına dikkat etmek lazım. Dolayısıyla, olumlu havanın yerini tekrar gerginliğe bırakması da mümkün. Yunanistan’ın borç takası nasıl sonlanacak? Yunanistan Euro Bölgesi’nden çıkmak zorunda kalacak mı? Çıkarsa ortalık ne derece karışacak? Portekiz, İrlanda, İspanya ve İtalya tekrar sorunlar ile karşılaşacaklar mı? Bir ara bu köşede tartıştığım Çin’deki büyümenin düşmesi ihtimali artacak mı?

Bu soruların net yanıtları yok. Çok fazla belirsizlik var. Peki, olumlu hava tekrar bozulursa ne olur? Risk alma iştahı tekrar düşeceğinden Türkiye’ye yönelik dış fon girişi azalır ve döviz kuru yukarıya doğru gider. Bu, enflasyonu artıracak yönde çalışır. Buna karşın aynı ortamda büyüme oranı düşeceği için talep baskısı iyice azalır. Bu da enflasyonu azaltacak bir gelişme olur. Hangisi ağır basar? Döviz kurunun olumsuz etkisinin ağır basmasını beklemek gerekir. Kısacası, böyle bir ortamda enflasyon şu an ulaştığı düzeyin altına inmez.

Ortalama işsizlik oranları: 2005-2011 (%)

G-7 ülkeleri 6.8

Japonya 4.5

ABD 6.9

Almanya 8.4

Fransa 9.1

Euro Bölgesi 8.5

Diğer gelişmiş ülkeler 4.5

Türkiye 11.1

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir