Kaderin Cilvesi

‘Bizlerin’ bir daha görmek istemediği o finansman biçiminin Avrupa için kurtarıcı hale gelmesi de kaderin cilvesi olsa gerek.

Nobel Ekonomi Ödülü bu yıl iki kişi arasında paylaştırıldı: Christopher Sims ve Thomas Sargent. Nobel Ekonomi Ödülü Komitesi, ödülün neden bu iktisatçılara verildiğini, Sims ve Sargent’in katkılarının tartışıldığı kırk sayfalık bir raporla açıkladı. Özellikle iktisat lisansüstü öğrencilerinin ve ileri makroekonomi dersi alan iktisat lisans öğrencilerinin o raporu internetten bulup okumalarında yarar var. Raporun sekizinci sayfasında Sargent’in çalışmalarının ekonomi politikası açısından taşıdığı anlama yer verilen bir bölüm var. Ele alınan çalışmalardan biri, bu köşede çeşitli defalar yer aldı: ‘Sevimsiz monetarist aritmetik’ adını taşıyor ve Wallace ile yazılmış. Bu köşede neden defalarca yer aldığı bu yazının sonuna doğru berraklaşacak olan çalışma, 1981’de ABD Merkez Bankası’nın Minneapolis ‘şubesinin’ akademik dergisinde yayımlandı. Çalışmanın taşıdığı ilginç başlığın nedeni şu:

Maliye politikasının gevşek olduğu bir ülkede merkez bankasının “Ben bildiğimi okurum; sıkı para politikasından beni kimse geri çeviremez” deme şansının olmadığını gösteriyor. Çalışmanın özü şöyle: Maliye politikası gevşek olduğu ve bu gevşeklik bir süredir sürdüğü için bir devletin borcu azımsanmayacak ölçüde olsun. Bu nedenle, devletin çıkardığı yeni tahvilleri satın almak için tasarruf sahipleri giderek daha yüksek faiz talep edecekler. Bu durumda devletin borcuna ödediği faizin enflasyonun üzerinde kalan kısmı (reel faiz) ekonominin büyüme hızından belirgin biçimde yüksek olacak. Bu koşullar altında, maliye politikasında gevşeklik ortadan kaldırılmadığı sürece, devletin (reel) borcu giderek artacak. Öyle bir noktaya gelinecek ki devletin ya “Borcumu ödemiyorum” demesi gerekecek ya da merkez bankasına dönüp “Bırak şimdi bağımsızlığı, sıkı para politikasını, ben iflasa gidiyorum, bas parayı ver bana, borcumu ödeyeceğim” demesi.

İkinci seçenek tercih edildiğinde ‘sevimsiz monetarist aritmetik’ ortaya çıkıyor. Maliye politikasındaki gevşekliğe ve bu gevşekliğin değişeceğine dair hiçbir sinyal gelmemesine rağmen enflasyonla mücadele etmeye çalışan merkez bankası, bir süre sonra para basmak zorunda kalıyor ve muhtemelen başlangıçta oluşmasını engellemeye çalıştığından daha yüksek bir enflasyona neden oluyor. Bitmedi: Eğer o ülkede yaşayanlar gidişatın gidişat olmadığını görüyorlarsa, devletin çıkardığı tahvillere talep erkenden azalıyor, çok daha erken para bastırılıyor ve enflasyonun yükselmesi çok daha önce oluyor. Avrupa’da yaşananlarla bir miktar benzerlik arz etmiyor mu? Sonuçta dönüp dolaşılıp bankaların kurtarılması için başlar Avrupa Merkez Bankası’na çevriliyor. Banka ise o oyuna katılmak istemiyormuş gibi davranıyor. Merak edilen, ortadaki oyuna tümüyle ne zaman katılacağı? Sözünü ettiğim çalışma Avrupa’da yaşananlara ‘kısmen’ benziyor dedim. ‘Kısmen’, zira bu koşullarda Avrupa Merkez Bankası’nın bol para basmasının enflasyonu “Şimdilik” azdıracağını pek düşünen yok. Öte yandan Avrupa’da yaşananların Avrupa’yı ‘1990’lardaki tipik bir yükselen piyasa ekonomisine’ yaklaştırdığı da ortada. Hani, 1990’larda, Latin Amerika ülkelerinde ve Türkiye’de ne tartışılırdı? Yüksek kamu açıkları, bu açıkların doğurduğu finansman gereksiniminin merkez bankaları kaynakları ile karşılanması, bunların zararlı sonuçları. ‘Bizlerin’ bir daha görmek istemediği o finansman biçiminin Avrupa için kurtarıcı hale gelmesi de kaderin cilvesi olsa gerek. Bakalım yeryüzü daha nelere sahne olacak!

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir