Çetin Ünsalan – Onlar gazeteci değil ki…

Bugünlerde herkes ‘Alo Fatih’i konuşuyor. Oysa bu ülkede gazetecilik yapmak çok uzun zamandan beri zor. Şimdi sizin de kulaklarınızda Tuncay Özkan zamanındaki Kanaltürk’ten haykırılan ‘bizi boğmaya çalışıyorlar’ sözü çınlamıyor mu? 

İşte o gün başka yöne çevrilen kafalar, bugünkü medyanın düştüğü halin sağlamasıdır. Bildik hikâyedeki gibi, ‘sarı öküz’ü veren basınımız, bugün baskı altında yaşamaktan şikâyetçi olup, anlaşılmayı bekliyor. Onurluca direnememenin mazeretini üretmeye çalışıyor. Daha önce de yazmıştım, tekrar hatırlatayım.

Bugünler gelip geçecektir. Siyasiler belki de hatırlanmayacaktır bile… Ama sınıfta kalan basın, kimse tarafından unutulmayacaktır. İstiklâl Savaşı sırasında gösterdiği performansla (!), İstanbul basınını kimsenin unutmadığı gibi…

Bir tarafta insanlar doğruları söylediği ya da yazdığı için hapse atılırken ya da telefon talimatıyla işten kovulurken, gözlerini buna yumanların, ‘hiç gitmeyecek zannettiklerinin gideceğini anladığında’ içine düştüğü telaş, kendilerini aklamaz.

‘Ne yapsaydım’ diye başlayan cümlelerin yanıtı, ‘istifa etseydin’ olur. Peki gelinen noktada herkese hakaretler yağdıran bir iktidarın döneminde soru sorabilir misiniz? Öncelikle çok uzun zamandır Başbakan ve iktidar yetkilileri kendilerine doğru dürüst soru soracak kimsenin karşısına çıkmıyorlar.

Basın toplantılarına akredite etmedikleri insanları almıyorlar. Bugünlerde toplantılarda Başbakan’ın tavrı belli. Gazetecilik dersi vermekten, ‘öğretmekten’ bahsediyor; hakaret edip, tersliyor. Göreceksiniz, böyle giderse dünün ortakları olduğu için toplantıların kapısı açık tutulan yayın organlarına da yakında engelleme gelir.

Öncelikle şunda anlaşalım: Hakaretlerden bahsediliyorsa, bunun yolu fırça çekmek, haddini aşarak had bildirmeye kalkmak değil; hukuka başvurmaktır. Bu kadar ince ayrıntıyı bile görmezden gelen bir yaklaşım içinde, popüler tabirle atarlanmak bir siyasetçiye yakışan bir üslup değildir.

Türkiye’de basın özgürlüğü yoktur. Her şeye rağmen, her şeyi göze alarak yapılan gazetecilik vardır. İkisinin arasındaki farkı iyi anlamak gerekir. Gazeteciler hapiste, işsiz, oto sansür baskısı altında, editörlerinin makasına uğramakta ve bir de üzerine kendisine ders vermeye çalışanlarla uğraşıyor.

Tekrar altını çizeyim. Türkiye’de basın özgürlüğü yok. Her şeye rağmen yapılan bir gazetecilik var. 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi yayınlandı. Sonuç mu? 10 yılda 56 sıra gerileyen Türkiye, basın özgürlüğü açısından Afganistan ve Ürdün’ün bile ardına düşerek, 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer aldı. Yani durum acınacak halde.

Peki bunun, bu iktidar ve aynı kulvarda yaşayanlar için bir önemi var mı? Başbakan’a sorarsanız, kendi kriterlerine uymayan zaten gazeteci değil ki? Çünkü o her şeyin en

iyisini biliyor ve metodu şöyle kurguluyor: “Alo Fatih.”

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir