Otomotivden Yola Çıkıp Avrupa Üzerinden Türkiye’ye

Otomotiv Sanayi Derneği (OSD) çok eskiden beri sektöre ilişkin düzenli veri yayınlıyor. Sonradan birkaç sektörde daha veri yayınlayan dernekler ortaya çıktı. Ama kamuoyunu bilgilendirmeye başlayan ilk dernek OSD oldu. Sektörleri temsil eden derneklerin yayınladıkları veriler resmi istatistiklerden daha önce yayınlandıkları için ekonomiyi değerlendirmek açısından yararlı oluyorlar. Umarım başka sektörleri temsil eden dernekler de düzenli aralıklarla veri yayınlarlar.

Otomotiv sektörü

Eleştirmeden olmaz: OSD öncüsü olduğu bu işi biraz daha geliştirebilir. Özellikle ekonomik dönüm zamanlarında OSD yayınlarına bakıp olan biteni anlamaya çalışıyorum. Mesela 2008 sonu ve 2009’da OSD yayınları oldukça yararlı oldu. Ancak zorluk çekmedim de değil. Özellikle her ayın bültenini bir köşede saklamadıysam. Haber bültenlerini ve raporlarını farklı bir şekilde düzenleyerek daha yararlı olabilir OSD. Mesela ithalat ve üretim için ayrıntılı veriler varken ihracat için yok. Her ürün tipi için (kamyon, otomobil ve diğerleri) aylık üretim, ihracat, ithalat verileri vermek zor olmasa gerek. Bunu aylık raporlarda, mesela son üç yılın her ayı için yapabilirler. Böylece bizler de gelişmeleri daha rahat izleyebiliriz.

Gelmek istediğim nokta farklı. OSD, ocak ayı verilerini açıkladı. Aralık 2011’e ait raporlara da baktım (daha öncesi web sayfasında yok). Yukarıda sözünü ettiğim karışıklık bir tarafa anlayabildiğim gelişmeler şöyle: Birincisi, tüm ürün tiplerinin toplam üretimi ve ithalatı olarak bakıldığında Ağustos 2011’den bu yana, bir yıl öncesinin aynı dönemine göre azalma var. Ama bu azalma ağırlıklı olarak otomobil ve hafif ticari araçlardan kaynaklanıyor. Diğer ürün türleri için aynı olgu geçerli değil. Bu azalmanın ne kadarının ithalat ne kadarının ihracattaki düşmeden geldiğini sözünü ettiğim iki raporda da yeterli bilgi olmadığından çıkarmak mümkün değil. İkincisi, adet olarak diğerlerine kıyasla çok daha fazla üretim ve ihracat yapılan kamyonet ve otomobil üretimi Aralık 2011’den bu yana düşüyor. Kamyonetteki düşüş Ekim 2011’de başlıyor. Üçüncüsü, son iki ayda (aralık ve ocak) hem ihracatta hem de ithalatta belirgin bir düşüş var.

Otomotiv sektörü, ilgili yan sanayi de dikkate alındığında, Türkiye’nin en fazla ihracatını gerçekleştiren sektör. Avrupa Birliği ekonomilerinin bir kısmının küçülüyor olması, bir kısmında ise büyümenin düşmesi sonucunda bizim ürettiğimiz mallara olan taleplerinin azalması beklenen bir gelişmeydi. Anlaşılan otomotiv sektörünün iki önemli ihraç kalemini (otomobil ve kamyonet) olumsuz etkilemeye başlamış bu gelişme. Üretime de yansımış ihracattaki azalma. Öte yandan liranın 2011’in ikinci yarısında belirgin biçimde değer yitirmesiyle ithalat da azalmış. Hemen vurgulamak gerekiyor. 2011 içinde üretimin azaldığı iki ay daha var. Ama toplam otomotiv 2011’de üst üste iki ay hiç düşmemişti.

Şüphesiz daha sağlıklı bir analiz için birkaç aylık veriye daha ihtiyaç var. Yine de ihracatımız ile Avrupa’nın gelir düzeyi arasındaki yakın ilişki dikkate alındığında, ihracat performansımızın olumlu yönde gelişmesini beklememek gerekiyor. Söz Avrupa’ya gelmişken oradaki son gelişmelere göz atmakta yarar var.

Yine Yunanistan

Yunanistan’ın ekonomik programı Troyka tarafından kabul edildi. Yunanistan’a ilişkin kredi gerekli bürokratik işlemler tamamlandıktan sonra kısa sürede devreye girecek. Bu ikinci kurtarma paketi 130 milyar avro tutarında. Ayrıca elinde tahvil tutan özel kesimin anaparanın yüzde 53’ünden gönüllü olarak vazgeçmesi söz konusu olacak. Ayrıntıyı bir tarafa bırakarak eski bir yazımdan alıntı yapayım: Şu satırlar 5 Mayıs 2010’da bu köşede çıkan yazımdan: ” Nihayet Yunanistan’a ilişkin somut bir plan ortaya konuldu. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ikili anlaşmalar ile Yunanistan’a 80 milyar avro tutarında kredi açacaklar. Yunanistan aynı zamanda IMF ile üç yıllık bir stand-by anlaşması imzalayacak. Bu anlaşmanın hızlandırılmış bir şekilde -bir hafta içinde, IMF yönetimince onaylanarak devreye girmesi bekleniyor.

Bu çerçevede IMF 30 milyar euro tutarında kredi açmış olacak Yunanistan’a. Bu tutar Yunanistan’ın IMF’deki kotasının yüzde 3200’ü! Kotasına kıyasla daha önce en fazla kredi kullanan ülkelerden birisi Türkiye idi. Yunanistan’ınki tüm zamanların rekoru oldu. AB ülkelerinin vereceği miktar da dikkate alındığında, bir ülkeye yönelik olarak yapılan en büyük ‘kurtarma’ operasyonu olduğu ileri sürülebilir bunun. ‘Kurtarma’ tırnak içinde; sonuçta yüzde 5 faizle kredi veriliyor Yunanistan’a. Az değil bu faiz.”

Kendi parasını basamayan Yunanistan’ın 2009 sonuna doğru ortaya çıkan ağır sorunlarını çözmek için tek umut vardı: Düşük faizli ve geri ödemesiz dönemi uzun olan yüklü tutarda dış kredi. Almanya öncülüğünde Avrupa uzunca süre ayak diredi kredi açmaya. Mayıs 2010’da kredi açmaya karar verildiğinde ise oldukça yüksek bir faizle kredi açıldı Yunanistan’a. Sonraki gelişmeleri biliyorsunuz. Yunanistan toparlanmak bir tarafa daha da kötüledi. Şimdi yine yüklü bir kredi açılmasına karar verildi. Eski borçların önemli bir kısmı da ödenmeyecek. Bu arada, Avrupa Komisyonu’nun en yetkili kişileri Yunanistan’ın durumunu vaktiyle doğru değerlendiremediklerini itiraf ettiler.

Avrupa ve Türkiye’de 2012 büyümesi

Dün yine Yunanistan’ın önündeki yolun çıkmaz olduğuna dair sayısız yorum vardı dış basında. Peki, bu son gelişme Türkiye’yi olumsuz etkileyecek mi? Yunanistan’dan zaten uzun süredir umut kesilmişti. Bu açıdan bir olumsuzluk söz konusu olmayacak. Aksine, Avrupa’dan Aralık sonlarından bu yana olumlu adımlar geliyor. Geçen yazımda ayrıntılı bir biçimde tartıştım. Önce daha güçlü bir mali birlik için önemli kararlar aldı Avrupalı liderler. Henüz ortada somut bir adım olmasa da bu kararlar Avrupa Merkez Bankası’nı (ECB) rahatlattı.

Zevahirin kurtulmasıyla ECB bir dizi önemli ve olumlu karar açıkladı. Bu olumlu kararların alınmasını tetikleyen tek unsur mali birlik yönündeki kararlar değildi. ECB’nin Başkanı değişti. ECB’nin para basarak bankalara destek çıkması özellikle ECB Yönetim Kurulu’ndaki Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) yetkililerinin direnci ile karşılaşıyordu. Bu yetkililerden önemli bir isim yılın sonuna doğru istifa etti. Sonuçta ECB’nin kararları peşi sıra geldi. Kısa vadeli faiz düşürüldü, zorunlu karşılık oranları indirildi ve en önemlisi bankalara üç yıl vadeli yüklü miktarda kredi açıldı. Benzer bir olanak önümüzdeki günlerde yeniden devreye girecek.

Sonrasını biliyorsunuz: ABD Merkez Bankası’nın (FED’in) gerekirse yeni bir parasal genişlemeye gideceği sinyalini vermesi ve kısa vadeli faizleri 2014’e kadar sabit tutacağını ima etmesiyle risk alma iştahı arttı; piyasalar coştu. Türkiye de bu coşkudan nasibini aldı. Döviz kurunun geldiği düzey, Türkiye’ye tekrar önemli miktarda sermaye girişi olduğunu gösteriyor.

2012 büyümesi açısından manzara şu: İhracatımız 2012’de büyümeye olumlu katkı yapamayacak. Kredi arzının artış hızında azalma var. Yurtiçi kredi arzındaki son gelişmeler değişmeden sürerlerse, kredi arzın da olumsuz etki yapacak büyümeye. Bu nedenlerle, 2011 büyümesine kıyasla 2012’de büyüme oranımız düşük olacak.

2012 büyümesinin 2011’e kıyasla ne ölçüde düşük olacağını asıl belirleyecek unsur Türkiye’ye ne ölçüde dış fon girişi gerçekleşeceği. 2011’e kıyasla ne kadar düşük olursa fon girişi, 2012 büyümesi de o kadar düşük olacak. Son zamanlardaki coşku devam eder ve fon girişi azalmazsa, 2012 büyümesi sadece ihracattaki ve kredi arzındaki olumsuz gelişmelerce belirlenecek. Merkez Bankası, enflasyonist gidişat izin verirse, kredi arzının daha hızlı artmasını sağlayacak önlemler alabilir. İhracattaki olumsuz gidişata ise yapılabilecek bir şey yok.

Büyümede oynaklık

Türkiye’deki büyümenin dış fon girişine bu kadar duyarlı olması iyi değil elbette. Dış koşullar değişince büyüme oranımızın düzeyi, bazen de yönü de değişiyor. Farklı yazılarımda aynı olguyu ‘yüksek dış fon girişi-yüksek büyüme-yüksek cari açık-düşük tasarruf oranı’ düzleminde tartışmıştım. Bu haftaki yazımın son bölümünde, büyümedeki oynaklık ve büyüme tahminlerindeki yanılgılar perspektifinden ele alayım bu meseleyi.

İleriye yönelik öngörülerde yanılgı kaçınılmaz. Yanılgıların çeşitli nedenleri var. İki tanesi önemli. Birincisi, kullanılan modellerin ne derece ‘doğru’ modeller oldukları ile yakından ilgili yanılgılar. İkincisi, tahmin yapılan ekonomideki belirsizlikler ile tahmin hataları arasında yakın bir ilişki var. Özellikle değişkenlerin şiddetli dalgalanmalar gösterebildikleri ülkelerde, ileriye yönelik tahmin yapmak, değişkenlerin fazla oynamadığı ülkelere kıyasla çok daha zor.

Tabloda giderek kısalan dönemler itibariyle Türkiye’nin yıllık büyüme hızlarının ortalaması, her bir yılın büyüme hızının dönem ortalaması etrafındaki dalgalanmasının şiddetinden elde edilen dönemsel oynaklık (standart sapma) ve standart sapmanın ortalamaya bölünmesiyle elde edilen ‘oynaklık katsayısı’ var. Oynaklık katsayısı ne kadar büyükse, büyüme dönem ortalaması etrafında her iki yönde de o kadar şiddetli dalgalanıyor demek. Tablonun son satırında ise, 184 ülkenin oynaklık katsayısı en küçükten en büyüğe doğru sıralandığında Türkiye’nin kaçıncı sırada yer aldığı gösteriliyor.

İki olgu dikkat çekici. Birincisi, Türkiye’de büyüme önemli bir oynaklık gösteriyor. İkincisi, oynaklık giderek artmış durumda. 2000-2010 döneminde 184 ülke içinde büyümemizin gösterdiği oynaklık 130 ülkeden daha fazla. Bu olgunun arkasındaki temel nedenlerden biri de hiç şüphesiz şu: 1989-1990’da sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasıyla birlikte, Türkiye yurtdışından fon girişine çok duyarlı hale geldi. Yüksek fon girişinin olduğu dönemlerde hızlı büyüyoruz. Fon girişinin kesildiği dönemlerde ise ya büyüme oranımız düşüyor ya da ekonomimiz küçülüyor. Yurtiçi ekonomik durum dışında fon girişlerinin temel belirleyicisi ise yabancıların risk alma iştahı.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir