Sermaye ve emtia piyasalarındaki eğilimler farklılaşıyor!..

Son haftalarda piyasalarda yaşanan gelişmeler geleceğe yönelik beklentileri hatırı sayılır ölçüde olumsuzlaştırdı. Fiyat oynaklığı çok yüksek düzeylerde gezinir iken işlem hacimleri geriledi; riskten kaçınmak ve sağlam limana yönelmek ihtiyacı yaygınlaştı. Gelişmelerin paniğe dönüşmesini ve daha da yıkıcı olmasını önlemek üzere devreye sokulan sözlü veya eylemli müdahaleler sayesinde, ne kadar süreceği belli olmayan bir ateşkes kısmen durulmayı sağladı; olumsuzluklar olumluya dönüşmedi, güven bunalımı oluştu, tansiyon düşmedi.

Küresel düzeyde sermaye ile emtia piyasalarındaki hareket paralelliği bozulmaya başladı, ilkindeki sert satışlar sonucu yaşanan gerileme orta vadeli eğilimi düşüş yönüne çevirir iken, emtialarda benzer bir değişiklik yaşanmadı. Sistemik risk algılamasındaki artış bu sonuçta etkili oldu; merkez bankalarının piyasaları memnun edecek düzeyde yeni parasal genişlemelere yönelmesi durumunda ortaya çıkacak olumsuz yan tesirlerin umulan faydadan çok daha büyük olma ihtimali arttı. Bu tablo gerek siyasi iradelerin, gerekse para otoritelerinin hareket yeteneğini önemli ölçüde sınırladı. Ciddi boyutta risk taşıyanlar parasal genişleme konusundaki taleplerin neden karşılanamadığını anlamak konusunda çok zorlandılar!..

Özelde hisse senetleri olmak üzere sermaye piyasalarındaki hava küresel kredi krizini anımsatıyordu. Üstelik bu kez çok merkezli oluş nedeniyle durum daha ciddi idi, fakat gerek para, gerekse maliye politikalarını gevşeterek hiçbir şeyin düzelmeyeceği tam aksine sorunların ağırlaşacağı kanaati güçlenmişti. Ne Euro Bölgesi’nde, ne de ABD’de hiç kimse maliye politikasının gevşetilmesinden bahsetmedi, borç sorunları nedeniyle sıkılaştırma çabaları gündemde kalmaya devam etti. Merkez bankaları ise piyasaları şımarık çocuk misalı oyalayarak sakinleştirmeye çalıştı, durumun ciddiyetini bildiği halde daha fazlasını yapamadı. Federal Reserve 2013 yılına kadar faizleri yükseltmeyeceğini açıklayarak piyasaları sakinleştirmeye çalıştı, kredi notunun düşmesine rağmen ABD Hazinesi’nin borç senetleri sağlam liman algılaması ile prim yapmaya devam etti. ?????

Piyasalar merkez bankalarının 1995 sonrasında giderek artan veri bağımlılığı nedeniyle herhangi bir taahhütten kaçındığını unuttu ve faizler konusundaki yalanı sindirmeye çalışmak zorunda kaldı. Euro Bölgesi’nde de benzer gelişmeler yaşandı. Piyasalar umduğunu bulamadı. Cüzi miktarda İtalyan ve İspanyol tahvili alan ECB, risk primlerini bir miktar geriletti, fakat bu kez de Fransa’ya ilişkin endişelerin gündeme gelmesi önlenemedi, zaman kazanmaya çalışıldı. Fransa ve Almanya liderlerinin özellikle Avrupa Merkez Bankası’nın eylemleri konusunda yapacağı görüşmeye bağlı alternatifler ön plana çıktı; gerçekçi ve kalıcı çözüm arayışı hiç gündeme gelemedi. Avrupa İstikrar Fonu’nu gerekli ve yeterli miktarda tahvil alacak şekilde büyütmek gerginliği azaltmayacak, gerekli ve yeterli tahvil alım kapasitesi ancak ECB’nin İstikrar Fonu’na limitsiz avans kullandırması ile mümkün olabilir ve bu olasılık da euronun ömrünü hatırı sayılır ölçüde kısaltır. Euro Bölgesi’nde ortak maliye politikası ise hayal olmaktan öteye gidemez; zira genel refah düzeyi geriler iken hiçbir üye başkalarının hatalarının bedelini ödemek istemez…

Genel tablo belirsizlik ve kırılganlığın çok yüksek olduğuna işaret ediyor. Piyasalar gerek siyasi iradeler, gerekse merkez bankalarından medet umuyor, ağırlaşmış sorunlar nedeniyle onların içinde bulundukları koşulları sağlıklı bir şekilde analiz edemiyor. Siyasi iradelerin de elinden fazla bir şey gelmiyor; geniş halk kitleleri ile finansal piyasalar arasında sıkıştıkça merkez bankalarının kapısını daha çok çalmak onları zorlamak durumunda kalıyor. Merkez bankaları ise talep edilenlerin yapılması durumunda çok ciddi itibar kaybedebileceğini ve bu nedenle baskılara direnmek gerektiğini düşünüyor, zira olası yan tesirlerin boyutunun muhtemel faydayı aşacak olması öne sürülen yaklaşımı tutarsız kılıyor. Sonuçta herkes birbirine bakıyor, sahipsiz kalan sorunlar farklılaşarak ağırlaşıyor ve güven bunalımı derinleşiyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ise bu koşullarda iki senaryoyu ön plana çıkarıyor, üçüncüyü görmezden geliyor. İlk senaryoda gelişmiş ekonomilerin merkez bankalarının devreye girmesi ile birlikte sermaye ve emtia piyasaları yükselecek, sermaye hareketleri arttıkça Türk Lirası değerleneceği için enflasyon tehlikesi olmayacak ve TL faizleri gerileyebilecek. İkinci senaryoda ise merkez bankaları beklenen boyutta devreye girmeyecek, sermaye ve emtia piyasaları gerileyecek, Türk Lirası daralan sermaye hareketleri nedeniyle değer kaybetse bile enflasyon tehlikesi olmayacak, faizler yine düşebilecek. Fakat dile getirilmeyen üçüncü bir senaryo olasılığı daha var. Merkez bankaları devreye girse bile sermaye ve emtia piyasalarındaki eğilimin farklılaşarak ayrışması nedeniyle sermaye hareketleri artmayabilir ve Türk Lirası değer kaybetmeye devam edebilir, hem emtia fiyatlarının, hem de döviz kurunun yükselişi yalnız enflasyon ve faizleri değil, başta cari açık olmak üzere tüm ekonomiyi sarsıcı bir şekilde etkileyebilir…

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir