Çetin Ünsalan – Adını sen koy…

Yıllar önce yola aynı seviyeden çıktığımız bir ülke, bugün sahip olduğu uluslararası düzeyde markasına, yeni ürününde Türk ismi koyacakmış. Üstelik bunu üst segmentte, yani lüks otomobilleri için hayata geçirecekmiş.

Hadise ‘flaş flaş’ nidaları arasında güzide medyamız tarafından servis edildi. Şimdi bununla mutlu mu olmalıyız, yoksa ağlamalı mıyız ya da ağlanacak halimize gülmeli miyiz; açıkçası bilemedim. Üretim Güney Kore’de yapılacak, tüm dünyaya satılacak; adı Aslan diye biz de övüneceğiz.

Yıllar önce aynı seviyede yola çıktığımız Güney Kore, o yıllarda okula başlayacak çocuklarının arasında bir araştırma yapıyor. 20 sene sonra iş dünyasına katılım sağlayacak iş gücünün içinde fen ve sosyal kafalı olanları tespit ediyor.

Buna göre de geleceğe yönelik projeksiyonlarını, stratejilerini belirliyor. Bugün gelinen noktada ise çok sayıda dünya çapında tanınmış markası var. Biz ne tartışıyoruz? TEOG sonrası tercih yapamayan çocuğu hangi imam hatip lisesine yerleştireceğimizi… Yıllardır eğitim sistemimizden, reel sektörün kemiklerini kırmaya kadar her türlü hatayı yaptık.

Yetinmedik gelecek kuşakları da katletmek adına parçalı müfredatla 444 sistemini uygulamaya başladık. Milli Eğitim Bakanı gece başka yatıp, sabah başka kalkıyor ve durmadan sistem değiştiriyor. Eskiden hükümetten hükümete değişen bir eğitim sistemimiz vardı, sonra aynı iktidar içinde bakandan bakana değişmeye başladı. Nabi Avcı ise kendi aştı, kendine muhalefet ediyor.

Yıllar içinde bu ve önceki hükümetler eğitimi çocuk oyuncağına çevirince, mesleki eğitimi imam hatip meselesine kurban edince ve reel sektörünü sadece destekliyormuş gibi yapınca sonuçta da ortaya bu çıkıyor. Gerçek anlamda tek bir dünya markamız yok.

Şimdi de elalemin emek verdiğiyle övünmeye çalışıyoruz. Tıpkı Mesut Özil’i sahiplendiğimiz gibi… Almanlar emek vermiş, sonra da bozuk atıyoruz neden milli takımda oynamıyor diye… Yani hep hazıra konma merakımızın sonuçlarını yaşıyoruz. Aslan hikâyesi de bunun bir benzeri.

Ne bizim işçimiz üretiyor; ne Türkiye’de üretiliyor; ne de bize kalan bir katma değer var. Ama adı Türkçe diye övünmemiz gerekiyormuş. Hadi oradan… Bize bu fotoğraf içinde ancak tüketmek düşer.

Yıllar önce Bursa’da bir otomotiv fabrikasını basın olarak ziyaret etmiştik. Ardından firmanın Fransız Genel Müdürü ‘yakında yüzde 100 Türk otomobili üreteceklerini’ söyledi. Ben de sordum: ‘Motoru ve yazılımı burada mı üretilecek?’ Yanıt: ‘Şimdilik onun için erken.’ Benim cevabım da ‘O zaman bize yerli otomobil üreteceğiz demeyin.’

İşin özü şu: Naylon kahramanların prim yaptığı ülkede, göstermelik başarıları konuşmaktan vazgeçelim. Eğer bu ülke bir yere gelecekse ve biz çocuklarımıza güçlü bir devlet bırakacaksak formül belli. İlim ve fenni kullanacağız. En önemlisi emek vereceğiz. Gerisi mi? Övünün bir otomobile Türkçe isim verildi diye; üreten için hiçbir sakıncası olduğunu sanmıyorum.

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir