Çetin Ünsalan – Anonim şirket

Hani bir atasözü vardır: Yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder. Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı bu tanıma uyuyor. Şimdi yeni ifadesi şu: “Türkiye anonim şirket gibi yönetilmelidir.”

 

Birincisi Cumhurbaşkanlığı yönetim değil, temsil makamıdır. Sanırım Cumhurbaşkanı henüz bunu sindiremedi. Yani yönetimle ilgili inisiyatif kullanma hakkı yoktur; Anayasa çerçevesinde ülkenin ahengini temin edip; temsil yapar. Yönetmeye talipse Başbakan olarak kalacaktı.

 

Yine Cumhurbaşkanı’nın ifadesinde prangalardan bahsediyor ve ‘yürü yürüyebilirsen’ diyor. O zaman hukuksuzluk yapmayacaksınız. Bu kadar basit… Çünkü yüzde kaç oy alırsanız alın; bu hukuka aykırı iş yapma hakkını vermez.

 

Yapılan işin hukuka aykırı olması ve bunun mahkemeden dönmesi pranga değildir. Milli iradenin denetlemekle yükümlü kıldığı yargının, milletin hakkının birkaç yüz kişiye dağıtılmasını engellemesidir.

 

Gelelim anonim şirket gibi yönetmek meselesine… Aslında bu benzetme Erdoğan’a ait değil. Yıllardır dile getirilen bir teşbih… Altını çiziyorum bir teşbih… Nereden doğdu bu benzetme? Türkiye’nin yönetim biçimindeki keyfiyet, kadrolaşma, verimsizlik gibi kriterlerin alt alta koyulmasına bir tepki idi.

 

Şirket gibi yönetmekten kast edilen; şeffaf, hesap verebilir, fayda maliyet hesabı yapan, çalışan haklarını gözeten, liyakat esaslı personel kullanan, verimliliği esas alan, suistimallerin önünü kapatan, yapanı cezalandıran, otokontrolle herkesin işini doğru yapmasını sağlayan ve niteliğiyle, yönetimiyle idealize edilmiş bir kavram.

 

Yani bütün değerleri çöpe atıp, para odaklı, hesap vermez bir piyasa faşistinden bahsedilmiyor. Ayrıca bu devletin iyi yönetilmesi gerektiğini anlatan bir teşbihtir ve devleti şirketleştirmek anlamına gelmiyor.

 

Devleti yönetenler, kâr güdüsüyle hareket edip, bütün kasadakini kendi parası zannedip, çalışanlarını, müşterilerini umursamayan birer yönetici haline gelmesin diye yapılmış bir örnekleme. Yani pratik hayatta devleti şirketleştirmek değil.

 

Ama Sayın Cumhurbaşkanı bunu da ya yarım yamalak anladığı ya da işine öyle geldiği için durumu farklı okuyor. Yani şirket kriterini bile baz alsanız; şark kurnazlarının işadamı diye dolaştığı şirketleri değil; kurumsal firmaları esas almanız gerekir.

 

Geliri ve giderinin hesabını verebilen; şirketin sahibi bile olsa kasaya elini uzatmayan, personel eğitimine ve mutluluğuna önem veren; müşteri memnuniyetini pazar bazlı esas alıp, şunlar bunlar diye ayırmayan, adama göre iş değil, işe göre adam seçen yapılardan bahsediliyor.

 

Toplumsal verimlilik hesabı yapılmayan bir ülkede, sosyal devlet ilkesi sadakaya dönüşmüşken, ülkeyi vekâleten yöneten idareci kendisini ülkenin tek sahibi zannederken böyle bir benzetmeden söz etmek mümkün mü?

 

Velhasıl kelam yine başladığımız yere geldik. Yarım hekim candan; yarım hoca dinden eder. Şirket ciddiyetiyle yönetmeyi kast etmek başka; devleti şirketleştirmek başka…  Ayrıca yönetici olduğun ülkenin, tapusunu gasp etme niyeti de başlı başına bir vahamet. Ama diyelim ki öyle değil. O zaman buna yanıt verin:

 

Hangi şirket bu kadar çok hata yapan, zarara neden olan, müşterisiyle kavga eden, kasayı kendi cebi zanneden, hukuk tanımayan, şirket içinde otorite sağlamak için şiddete başvuran ve herkesle kavga eden bir personeli görevinde tutar?

 

Ülkeler şirket değildir. Ola ki şirket olsaydı; zaten 10 sene önce bazıları hayatımızda çoktan çıkmıştı.

 

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir