Bankalara 1.2 Trilyon Dolar Destek Kötü mü?

İkinci Savaş’a girerken, on yıl geçmiş ama 1929 buhranı bitmemişti. Galiba bu iş daha sürecek, temkinli olmakta fayda var. 

Eskiden burada da olmuştu. Bakın orada da daha krizin ortasında bir daha oldu. Dün Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 2000-2001 bankacılık krizi sırasında hangi bankaya ne kadar gecelik destek sağladığını açıklamıştı. Bu sefer sıra Amerikan Federal Merkez Bankası’ndaydı (FED). Haber Bloomberg’te evvelki gün patladı. Tam “Acaba Fed Başkanı Bernanke ne yapar? Üçüncü parasal genişleme artık başlar mı?” diye kafamdan geçirirken bu oldu. İktisadi kararlar artık çok siyasi oldu. Bu haber bana önümüzdeki dönemde işimizin zor olduğunu düşündürdü. Gelin bakın neden?

Bloomberg’deki habere göre “FED, Wall Street aristokrasisini acayip korumuştu”. Bankalara sağlanan destek sorunlu kredilerin anaparalarının toplamı kadardı: Tutar 1.2 trilyon dolara kadar ulaşmıştı. Destek alanlar yalnızca Citibank, Bank of America gibi Amerikan kuruluşları da değil. Listede UBS, Dexia gibi Avrupalılar da var. TCMB aynı şeyi yaptığında iş olup bitmiş, açıklama yapıldığında kriz bitmişti. Amerikan örneği hem daha popülist bir öfke nöbeti gibi duruyor, hem de daha tehlikeli. Şimdi müsaadenizle buradan birkaç sonuç çıkarayım.

Bir merkez bankasının temel işlevi finansal sistemin istikrarlı bir biçimde işlemesini sağlamaktır. Bankalar birbirleri ile işlem yapmayı kesmişse, sorunsuz bankalar bile günlük ödemelerini yapmakta zorlanabilir. Yatırılan mevduat, bodrum kattaki kasada değildir, bir yerlere yatırılmıştır. Banka, gündelik ödemeler için gereken parayı bulamazsa, siz de, banka hesabınız artıda bile olsa, elektrik paranızı yatıramayıp temerrüde düşersiniz. Mevduatınızı yatırdığınız banka başkaları tarafından riskli bulunup, günlük ödemeler için gereken nakit parayı bulamazsa olacak olan budur. Düne kadar bankalar ellerinde kalan fazla nakdi, nakit ihtiyacı olana günlük olarak aktarırken, bazı durumlarda birbirleri ile işlemi keser ve etkileri reel ekonomiye yayılan bir kriz olur. Güven krizi böyle bir şeydir. Merkez bankaları, böyle durumlarda devreye girip, her banka ile tek tek işlem yapmaya başlarlar. Nitekim FED’in yaptığı da budur. TCMB de aynısını yapmış, ödemeler sisteminin işlemesini sağlamıştır. Sistemimizin iktisadi işleyişi açısından ortada normal bir durum vardır. Bu birinci noktadır.

Gelelim ikinci noktaya. Bu haberin bu günlerde ortalığı böyle popülist bir dille sarmış olması, ortadaki krizin aynı zamanda derin bir siyasi krizi de içerdiğine işaret etmektedir. Alın mesela Avrupa Birliği (AB) örneğini. Bankalar ve tahvil piyasaları, bir iktisadi ve siyasi entegrasyon projesi olan AB projesinin hızlandırılmasını istemektedir. Eurotahvil ihracı ve mali birlik tartışmalarının temeli budur. Entegrasyonun derinleştirilmesi Avrupa elitinin esasen temel amacıdır. Halbuki normal AB vatandaşları, egemenlik haklarının Brüksel’e devrini istememektedir. O vakit, getirilen çözüm önerileri ile siyasi olarak yapılabilir olan arasında uçurum ortaya çıkmaktadır. Bu durum ise krizi yalnızca derinleştirmektedir. Almanya Başbakanı Merkel çözüm önerileri siyaseten uygun olmadığı için çözüm yolunda hep “çok geç ve çok az” mesafe alıyor gibi görünmektedir. Buradan üçüncü noktaya geleyim: İktisaden doğru olan bu günlerde siyaseten doğru değildir. Yavaş büyüme ve yüksek işsizlik, geçin bizim gibi ülkeleri merkezin merkezinde derin bir çelişkiyi yeşertmektedir. Londra’daki yağmayı böyle okumak gereklidir. Bu durumun, merkezdeki çalışanların, toplam gelirden aldıkları payın, tarihin en düşük seviyesine inmesiyle örtüşmesi bir rastlantı mıdır? Belki de değildir. UBS’den George Magnus’un yeni notu bu kez ‘Karl Amca’dan güzel bir alıntıyla başlıyordu: Bazen, “…toplumun üretici güçleri ile mevcut üretim ilişkileri arasında derin bir çelişki ortaya çıkar…” İşte ondan sonra üretim ilişkilerinin hukuki çerçevesini gözden geçirmek gerekir. Tekrarlayayım: Siyasetin “doğru” olanı yapmakta zorlanması, ille de siyasetin ortamı “yanlış” okumasından kaynaklanmaz. Mesele galiba merkez siyasetinin sistem ile millet arasına sıkışıp paralize olmasındandır. İkinci Savaş’a girerken, on yıl geçmiş ama 1929 Buhranı bitmemişti. Galiba bu iş daha sürecek. Temkinli olmakta fayda vardır.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir