Bir garip intihar

Atasözü ‘Ölümden öte köy yok’ diyor ama olmalı ki, bu ülkede atanamayan öğretmenler ilgi çekmek (!) için intihar ediyormuş. Bu bahis, bir köy kahvehanesi muhabbetinde geçmiyor. 30 bin öğretmen atamasının yapılmasının ardından Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı tarafından söyleniyor.

 

Ama her seçim dönemi atanacağı dile getirilen 100 binler, 200 binler konuşulmuyor; onlara verilen bu sözlerin niye tutulmadığı, bir tarafta sınıfsız öğretmenlerin, diğer tarafta öğretmensiz sınıfların neden var olduğu tartışılmıyor. Atama isteyene imam hatiplilerin örnek gösterilmesi ve onların bir sorunu olmadığının söylenmesi hatırlanmıyor.

 

Bir an için Avcı’nın mantığıyla doğruyu arayalım. Sorunlarının içinden çıkamayan bir insan intihar ediyormuş gibi yapabilir mi? Olabilir; çok örnekleri var. Bir kişinin, Boğaz Köprüsü’nde, kimsenin 100 metre bile yakınına yaklaşamadığı, geçeceği yollar günler öncesinde kontrol altına alına Cumhurbaşkanı tarafından kurtarıldığını unutmadık. Artık kim ilgi çekmek istiyorsa, orasını bilmek mümkün değil.

 

Ama intihar eden insanın, ilgi çekmek gibi bir niyeti olmaz; çünkü ölmüştür. Ne sorunun ne de çözümünün anlamı kalmamıştır. Öncelikle şunun altını çizmek gerekir ki, intihar etmeyin. Bu doğru bir yöntem değil. Lakin işin vaka haline gelmiş boyutuna baktığınızda Türk Eğitim-Sen’in açıklamasına göre atanamayan 40 öğretmen hayatına son verdi.

 

Bu son derece büyük bir dramı göğüsleyip, üzüntülerini belirtip, tersini tavsiye edip, çözüm üreteceğine, bir ülkenin bakanı işi ‘şov yapıyorlar’ kinayesine getirince hoş olmuyor. Çünkü bunun yanıtını ancak ‘hem suçlu, hem güçlü ya da zeytinyağı gibi üste çıkmak’ deyimleriyle açıklamak mümkün oluyor.

 

Aslında bu tavır çalışma yaşamının genelinde var. Köle ile emeği karşılığı çalışan insanları karıştırırsanız, kazanç ile parayı ayıramazsanız,  insanı adet ile saymaya başlarsanız, o ülkede işin sonu gelmez ve çalışma ya da iş barışı çöker. Nitekim bugün olan da budur.

 

Bu nedenle DİSK Genel Kurulu’na gelen ve protesto edildiği için çıkıp gitmek zorunda kalan bir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yaşıyor bu ülkede. Üstelik çıktıktan sonra da bu mekâna iş barışı için geldiğini, Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştirilen nedeniyle de ayrıldığını belirtiyor.

 

Süleyman Soylu’nun Erdoğan hakkında neler söylediğini biliyoruz, işin o tarafına hiç girmeyelim. Ama iş barışı, sadece kongrelere, genel kurullara gitmekle sağlanmaz. Tarafsız ve adil bir bakanlık yaratmak zorundasınız. Aksi takdirde sadece boy gösterir; eleştirilince de böyle ipe sapa gelmeyen açıklamalar yaparsınız.

 

Ne diyor Mevlâna şiirinde?

“…Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim…” 

 

Şimdi ben de bu iki bakana soruyorum: Siz neyi öğrendiniz?

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir