Çetin Ünsalan – Yerli enerji üvey evlat mı?

Merkez Bankası, iki haneye ulaşan enflasyonun gerekçelerini açıkladı. Gıda, enerji, giyim ve dayanıklı tüketim mallarının fiyatlarındaki artış. Giyimin yanıtını tekstilciler verdi. Bu fiyatlarla marka yaratılmasının mümkün olmadığını söylediler. Vatandaşın da ucuz ürünün peşinde koşmak zorunda olduğunu biliyoruz. Bu nedenle üzerinde fazla konuşmaya gerek yok; açmaz çift taraflı ortada. Dayanıklı tüketim malları da doğal ihtiyaç.

Peki geriye kalan ne? Enerji. Şimdi size bir üretim alanından bahsedeceğim. Bu üretimin sürdürülebilirliği var. Yılda yüzde 98 üretim olanağıyla hizmet veriyor. Yani kaynağın kesinti ihtimali yok.

130 derece ve üzerinde elektrik üretiliyor; 60 derecelerde bulunursa seracılıkta kullanılıyor. Bu enerji türü kullanılarak imalat yapılan seralarda verim 7 katına çıkıyor. Bin 7 megawattlık enerji üretimiyle dünyada ABD, Filipinler ve Endonezya’dan sonra dördüncüyüz.

Deprem kuşağında üretim yapıldıkça, çektiği enerjiyle deprem olasılığını azaltıyor. Çünkü fay çatlakları ana kaynaklarından birini oluşturuyor. Kullanıldığı kadar tekrar doğaya iade özelliği olduğundan, hem sonsuz bir kaynak olma niteliği var; hem de çevreye atık zararı yok.

Bir tonuyla 20 megawatt enerji üretiliyor. Ayrıca tesis üretiminin yüzde 20’sini kendi içinde kullandığından dış kaynak ihtiyacı bulunmuyor. Yetinmiyorlar, güneş santralleri ile ilgili ek bir talepte bulunuyorlar. Böylece üretilenin tamamını satma şansı bulacaklar. Tek ihtiyaçları bir yasa, 10 kadar yönetmelikte de değişiklik.

Bugüne kadar yapılan yatırım 4 milyar doları geçiyor. 37 yatırımcının tamamı yerli. Üretimde kullanılan dış kaynağın yüzde 70’i içeriden temin ediliyor. Çünkü tedarikçilere Türkiye’de üretimi şart koşuyorlar. Kazanılan para da yine ülkedeki yeni yatırımlara dönüyor. Geri kalan yüzde 30’un da Ar-Ge desteğiyle aşılabileceğini belirtiyorlar. Petrolle sondaj işlemi aynı, ama çıkan ürün petrole göre daha avantajlı.

Ekonomiye destek vesaire ile maliyetleri 400 milyon dolar, sadece vergi katkıları 500 milyon dolar. Van’dan İzmir’e, Türkiye’nin yüzde 25’inde bu kaynak mevcut. Bin 7 megawatt ile dünya dördüncüsü, destek verilirse 10 yılda 5 bin megawatta çıkacaklarını ve nükleer tartışmalarını öteleyebileceklerini iddia ediyorlar.

Şehir ısıtması için kullanılabiliyor; Manisa Alaşehir’de 3 bin 900 dönem çorak alana sera üretimi için talipler; tarım ürünlerindeki verimlilikle ilgili çalışmaları Ekonomi Bakanlığı’nda. Daha birçok özelliğini sıralayabilirim. Peki bu sektör ne? Jeotermal enerji…

Bir imar için 41 kurumla muhatap olmak zorunda kalan, bir genel müdürlüğü bile olmayan, arama tahsisi veren kurumun cironun yüzde 1’ine el koyduğu, belgelendirmeden aramaya tüm zaman dilimi, kullanım süresine dahil olan, devletin metrekare başına başka enerji türlerinde 7 TL alırken, kendilerinden 70 TL aldığı bir sektörden söz ediyoruz.

Bugüne kadar tüm projeleri ilgili kurumlardan geçiyor; ama olumlu ya da olumsuz sonuca bağlanmıyor. Yani askıda yanıtsız bırakılıyor. Türkiye’deki tüm sektörler hedeflerinde sapır sapır dökülürken jeotermal sektörü bugünden 2023 hedeflerini yakalamış durumda.

Geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğimiz Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESDER) Başkanı Ufuk Şentürk, sadece destek beklediklerinin altını çiziyor. Talep ettikleri destek de ulaşılmaz değil. Yatlara verilen fiyattan mazot, 10,5 centlik 10 yıllık alım garantisinin düşürülmemesi ve 6 bölgeli teşvik sisteminde 2. Bölge’de bulunduklarından, desteğin 5. Bölge şartlarına getirilmesi yeterli görülüyor.

Elbette JESDER Başkanı’na gündeme gelen kanser iddialarını da sorduk. Resmi kayıtlarla iddia edildiğinin aksine bölgede kanser vakalarındaki düşüş ve 2012 yılında açılan bir tesisten dolayı kanser vakasının bugünden çıkma olasılığından olanaksızlığını bilimsel verilerle açıkladılar. Sadece bize değil, iddia sahiplerine de bu bilgileri aktardıklarını belirttiler.

Yine kendisine yeraltı sularına karışma riskini sordum. Bu suyun jeotermal üretimi için düşman olduğunu ve onlara karışmaması için alınan özel önlemlerle, yeraltında çok daha derinlerden sondaj yapıldığını ve önlem adına da ne tip boru sistemi kullanıldığını bilimsel olarak paylaştı.

Şimdi tüm bunları art arda koyup yetkililere soruyorum: Bu ülkede yerel kaynak ve yerli enerji üretimi üvey evlat mı? Bu mu olmalıdır üretim hamlesi yapan, enerjiyi ithal edip, sonra da dış ticaret açığından enflasyona etkisinden yakınan Türkiye fotoğrafı? Ayıptır…

Türkiye’nin çarpık ekonomi anlayışı adına her zaman verdiğim örnektir. Şunu söylerim: Eğer siz jeotermal enerji olan yere, devlet töreniyle doğalgaz döşüyorsanız, hiçbir konuda sonuç alamazsınız. Devamı mı? Onu da rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu’nun 2001 yılındaki sözleriyle paylaşayım:

“Aydın’ın, Germencik’in altında 170 dereceyle 230 derece, bin litre/saniye su var biliyor musunuz?… 600 litre/saniyesi hazır. Ne zamandan beri? 25 yıldır. Bin 200 metrede Aydın’daki politikacıları, yöneticileri, halkı bekliyor. Bu milli serveti Aydın’ın altında tutmanın vebali yalnız Aydın’a mı aittir? Bunun projesini hazırladık. Aydın’ı 6 ay ısıtıp, 6 ay soğutacaktık. Dünyada ilk defa bir şehir hem ısıtılıp, hem soğutulacaktı…”

Ona da mı inanmadınız? Tarihi karıştırın ve Anadolu’daki eski medeniyetlerde birçok kentin yeraltından ısıtıldığına şahit olacaksınız. Tekrar yetkililere soruyorum:

Yapılan sondajlardan çıkan suyun derecesine göre yedi kat verim sunan sera tarımından termal turizmine, şehrin ısıtılmasından ithal ettiğimiz enerjinin yerli kaynaktan sağlanmasına kadar bu kadar avantaj sunan bir alana neden herkes yüz çeviriyor?

Yerli enerji üvey evlat mı; yoksa başka çekinceler mi var? Bunların yanıtını vermiyorsanız, çıkıp da enflasyondan, dış ticaret açığından dert yanıp, ‘bunu engelleyeceğiz ya da katma değerli üretim yapacağız’ hamasetine soyunmayın.

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir