Garip bir enflasyon mücadelesi

Ocak ayı itibariyle de enflasyon yüzde 20’nin altına düşürülemedi. Aslında tüm zorlamalara rağmen ifadesini kullanmak sanırım daha gerçekçi olacaktır. Çünkü kur ile başlayan, asgari ücret ve enerji maliyetleriyle devam eden süreçte çözüm odaklı değil, aba altından sopa gösteren odaklı bir yaklaşım sergilendi.

Türkiye’de TÜİK verilerini bile baz alsanız, bakkal hesabıyla ortalama enflasyonun yüzde 35 – 40 diliminde gezdiğini görüyorsunuz. Asgari ücrete verilen zamdan, çarşı pazar enflasyonuna kadar hiçbir başlığın yüzde 20,3 ile uyumlu olmadığı açıkça yaşanarak hissediliyor.

Çünkü temelde problem TL bazında girdi maliyetleri artarken, dolar bazında da yüzde 35 devalüasyon yemiş, üretici ve tüketici enflasyonu arasında yüzde 13’lere düşse de farkı yansıtamamış bir reel sektör gerçeğiyle yüz yüzeyiz.

Peki bu fotoğraf içerisinde, özellikle kurun 5,50’ye gevşediği dönemde enflasyonla topyekun mücadele kapsamında ne yapıldı? Gıdadan giyime, ayakkabıdan mobilyaya kadar tüm üreticiler toplanıp, açıkça fiyatlarını düşürmeleri ‘yoksa’ başlığıyla istendi.

O süreçte marketlere gidenler şuna şahit oldular. Bir hafta önce gördükleri etiket fiyatında değişim yoktu. Ama eski yeni fiyat vurgusunda ürünler önce zamlanmış, sonra indirim adı altında eski fiyatına getirilmişti.

Çoğu insan bunun büyük bir kandırmaca ve tüketiciyi aldatmaya yönelik hareket olduğunu düşündü. Oysa zaten limitte yaşayan ve sonrasında da maliyeti artan firmalar, ekonomi yönetiminin gazabından kurtulmak için bu yöntemi bulmuşlardı.

Küçük çaplı üretici bu kadar da şanslı olamadı. Bir çoğu gerçekten zararına fiyatlarını, yine göstermelik de olsa aşağıya çekmeye uğraştı. Lakin hayatın ve ekonominin gerçeğine ters bu mücadele sonuç vermedi. Vermesi de mümkün değildi. İtelemeyle gelinen nokta, kağıt üzeri oyuna rağmen yüzde 20 seviyesinde tutundu.

Ayrıca buna Merkez Bankası PPK tutanaklarına yansıdığı gibi üretim için ithal girdi harcamalarının yapılmaması, yani gerçekten üretimin gerçekleştirilmemesi ve iç piyasada düşen iş hacminin de etkisini unutmamak gerekir.

Sadece reel sektöre değil, bankacılık sektörüne bile benzer aba altı uygulamalar, hatta mobbinge varacak yaklaşımlar sergilendi. Neticede hiçbirinin gerçekçi bir sonuç vermediğini hepimiz görüyoruz.

Elbette ki bu süreçte fırsatçılardan stokçulara kadar bir dizi başlık bulunup, baskınlarla bezenmiş bir eylem de yürütüldü. Oysa kimse neden üretim yapılamadığıyla, üreticinin kapatma noktasına nasıl geldiğiyle ilgilenmedi. Çünkü dert enflasyonla mücadele değil, yaklaşan seçimleri atlatmaktı.

Seçime giderken enflasyonun yüksek çıkmaması gerekiyordu. Ne var ki bu gerçekçi yöntemlerle yapılan bir enflasyonla mücadele olmadığı için sonuç vermedi. Şüphe yok ki, önümüzdeki bir kaç ayda bu baskıyı arttıracaklar.

Bu nedenle yakında yeni konkordatoları, iflasları, işten çıkarmaları da duymamız şaşırtıcı olmayacaktır. Temelde ekonomiyi yönetmek yerine seçimi atlatmak üzerine kurgulanmış bir yaklaşımla zaten farklı bir sonuç alınması, yapılana da enflasyonla mücadele denilmesi mümkün değil.

Tavsiyem ekonomi yönetimi bir an önce bu akıl almaz oyundan vazgeçmeli, tekrar üretim iklimini yaratacak koşulları oluşturmak adına günlük değil, kalıcı çözümler peşinde koşmalıdır. Aksi takdirde yangın giderek büyüyor; ekonomi yönetiminin de mücadele adı altında yaptığı tek şey benzin dökmek. Yapmayın…

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir