Çetin Ünsalan – Yapma dedikçe yapıyorlar  

Türkiye ekonomisinde üretim odaklı bir yapılanma şart. Bu tartışmasız bir gerçek… Şüphesiz bunun sunulan arzın karşılığında talep bulmaktan, sattığınız üründen daha çok kazanmaya, üretimi finanse etmekten mevcut borçların çevrilmesine kadar bir dizi açmazı var.

 

Üretime inanmak derken, bir bakış açısını ve eğilimi kast ediyorum. Şu an böyle bir hava yakalanmaya çalışılıyor, ama sadece ihtiyaçtan. Sizi temin ederim bir mucize olsa ve para akışının yeniden gelme ihtimali belirse, üretim unutulur ve yeniden tüketim odaklı bir ekonomik modelin yoluna girilir.

 

Israrla altını çiziyorum. Gerçekçi ve sağlıklı bir sanayi, işgücü ve tarım envanteri yapmadan, nüfusunuzun gerçek sayısını bilmeden ve bu bilimsel veriler ışığında geleceğin koşullarını da okuyarak öncelikli sektörler belirlemeden, dünyadaki ekonomik gidişatı okumadan verilecek bütün teşvikler altı delik çuvala para atmaya benziyor.

 

Peki tüm bunları yapsanız yeterli mi? Hayır… Türkiye’nin son 30 yılına damga vuran, ama son 14 yılında anormal bir makas açılışına neden olan yanlış politikaların, aşırı ve karşılıksız borçlanmanın getirdiği faturanın bedelini ödemeden de bu tip bir dönüşümü sağlamak mümkün değil.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin mucizevi ilk 15 yılının, 7 yılının yapılanmayla, 8 yılının da meyvesini toplamakla geçtiğini, bu arada da dik durabilmek adına Osmanlı’nın yarı borcunun üstlenildiğini unutmayın.

 

Bugünkü manzaraya gelir ve gerçekçi olursak, böyle bir makas değişimine niyetlensek bile, aşırı pozisyon açığımız nedeniyle, bu geçişi finanse edecek ya da ekstra faturalar çıkarmayacak stratejiler uygulamak kaçınılmaz.

 

Yani eskisi gibi,şayet herkes birden batmamışsa ‘borcum borç’ deyip, öteleme şansınız yok. Çünkü bugün itibariyle kullanılan paranın büyük kısmını, Türkiye’ye para getiren fonlardan elde ettik. Hiç kimse de bir ülkenin emekli fonuna ‘borcum borç’ diyemez. Derse, bunun başka sonuçları olur.

 

Öyleyse bizim hiç maceraya girmeden, artistlik (!) yapmadan planlı ekonomiye geçişimiz ve bu süreci yönetecek metotları bulmamız gerekiyor. Bunun da kırılma noktasını Türkiye ekonomisini esir alan sıcak para ve finans piyasaları üzerinden ülkemizde sıkışan yabancı fonların yönetilmesi oluşturuyor.

 

Bunun bazı metotları var ve uygulama kararlılığından yoksun olmasına rağmen ekonomi yönetiminin de bildiğinden emin olduğum işler var. Olur da niyetlenirler diye, ellerini zayıflatmamak adına şimdilik buradan dile getirmeyeceğim.

 

Fakat süreç yönetimi zafiyeti çok belirginleşiyor. Günübirlik yaklaşımları esas aldıklarından, ‘bugünü de kurtardık’ diyerek, sonuçta ortaya çıkacak kâr/zarar hesaplamasından oldukça uzak noktaya düştüler. O noktaya hiç gelmedikleri için, ne kadar uzak düştüklerini ise takdirlerinize bırakıyorum.

 

Şu lanet kalkışmanın ardından ilk işgünü yazımda bir hususu belirttim. Dedim ki rahat olun, yarın finansçılar iyimserlik pompalayacak. Çünkü uzun zamandır içeride sıkıştılar ve ellerindeki riski satacak kimse bulamıyorlar. Bundan yararlanıp, havayı coşturup, bunu yerliye satabilirler. Açıkça almayın, faturayı biz ödeyeceğiz diye de uyardım.

 

Nitekim ilk gün manzara tam da beklediğim gibiydi. Fakat panik halinde, yine günübirlik ‘her şey yolunda izlenimi verme’ takıntısıyla öyle bir tuzağa düşüldü ki, yabancılar ellerindeki riskin bir bölümünü satıp, dolara geçişi başardılar.

 

Bunu alacak yerli kaldı mı bilmiyorum. Kamu ya da finans kuruluşları tarafından ‘panik olmasın’ diye alındıysa daha vahim. Ellerindeki çöplerin bir bölümünü bize çaktılar demektir. Bir taraftan bunları alıp, öte taraftan da dolar yükselmesin diye rezervden harcayıp, ceplerine ikinci kârı koyma başarısını ülkece gösterdik. İmzası olanları tebrik ediyorum.

 

Oysa daha en azından orta vadeli düşünülebilse, Rusya’nın global krizde yaptığı gibi ‘çıkan çıksın’ dense, zaten o maliyetlerle kimse çıkamayacaktı ya da zarar edip gidecekti. O anki zarar ise, gelecekteki zarardan düşük kalacaktı.

 

Bir yandan bunu yaparken de, öbür taraftan mesela Merkez Bankası faizlere dokunmayıp kafalarını karıştırabilirdi. Ama yapma dedikçe yapıyorlar. Risk satın almayın dedik; aldılar. Elde kullanılabilir yeterli rezerv yok, sonraya lazım dedik; verdikçe veriyorlar.

 

Moodys’s açıklama yapmışken, faizle oynamayıp zaman kazanmak varken de, gösteriş yapıyorlar. Sonra da doları tutamıyoruz. Elbette gevşeyecek, sonra yine çıkacak. Bu hareket serbest piyasa yutturmacası değildir.

 

Sürekli çıkan bir değerde risk satamazsınız.  Gevşetip tekrar satarsınız; çünkü yeni kurbanlar gerekir. Bütün bu strateji kimin fikri bilmiyorum; ama sıkışmış yabancılara isteyerek ya da istemeyerek büyük kıyak yapıldığını görüyorum.

 

Vatanseverlik aynı zamanda tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumayı da gerektirir. Kumar ekonomisine halen kurban veriyoruz. Yazıktır bu Millet’in parasına. Bugünü yıllar öncesinden görmüş uzmanlarla bunları konuşuyoruz; uyarılarını gazeteci olarak da kamuoyuyla paylaşıyoruz. Onların gördüklerini göremiyor musunuz? Yapma diyorlarsa, en azından dönüp bir sorgulayın, sonra kararlıysanız yapın. İnatlaşmanın zamanı değil.

 

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir