Çevresel eko politik gelişmeler

Çevresel eko politik gelişmeler

Bölgesel ve küresel gündem o kadar yoğun ve değişken ki birine odaklanıp, derinlemesine irdelemek ve bundan bir sonuç çıkartmak, sıradan bir yurttaş için olası değil. İletişim çağında yaşamanın verdiği bu bilgi karmaşası ve kirliliği içersinde  ‘’eko politik’’ istismarlarda, küresel ekonomik güçlerce olabildiğince kullanılıp, bölgesel birikimler, fazla bir emek harcanmadan, sözde serbest piyasa kuralları ile oluşan,  finansal dengelemelerle(!) el değiştiriliyor.

Büyük küresel güçler, toplum mühendisliği denilen yöntemle, küresel ve bölgesel kamuoylarını o denli etkiliyorlar ki bu ani haber bombardımanını kırıp, salim bir bakış açısı ile iktisadi ya da siyasi bir gelişmenin özünü kavramak mümkün olamıyor.

O nedenle de toplumsal ortak düşünce tarzı gitgide azalırken, bireysel şaşkınlığımız ve kuşkumuz da doğal olarak beraberinde artıyor. Bu da ekonomi ve politik vurguncular (spekülatörler) için bulunmaz bir ortam yaratıyor.

Fazla geri gitmeden ve toplumsal belleğimizi zorlamadan, son on yıla bir baktığımızda, sadece Akdeniz ve Ortadoğu bölgelerinde, özelliklede içte yaşanan çatışmaların ve terörün, siyasi ve ekonomik travmaları bile, bizi bilinçsiz davranışlara yöneltmek için yeterde artar bile.

Irak istilası ve sözde en gelişmiş silahlara sahip süper güçler tarafından yaşatılan vahşet, beraberinde İran, Venezüella ve başkanları ile ABD ve başkanının (özellikle baba oğul Bush’lar) küresel kamuoyu önünde, adeta Karagöz, Hacivat hayal oyununda ki gibi dalaşmaları, 25 ile 30 dolarlar arasında gezinen petrolü, hiçbir başka ekonomik gerekçe olmadan, nasılda 150 dolarlara kadar taşımıştı! İşin en önemli ve ilginç yanı ise sadece biz değil, tüm dünya, hiçbir tepki göstermeden aynı miktarda alınan bu petrol ürününe, üç dört misli daha fazla milli değer ödeyerek aldılar ve gene de almaya devam ediyorlar.

Oysa başta, Suudi Arabistan, Libya, Norveç ve güney Amerika ülkeleri, İran özelliklede Rusya ve elbette tüm bu petrol şirketlerinin küresel ortağı Amerika, büyük bir servetler edindiler. Hatırlarsanız bizde ki özelleştirmelerin büyük bir yoğunluğu da tam bu dönemlere rastlar. İşte bu, bölgesel birikimlerin, küresel ekonomik güçlerce, sözde serbest piyasa ekonomi kuralları ile ham edilmesine, güzel bir örnektir.

Biz bir dönem öncesi bir birim dolara satmak istediğimiz milli işletmelerimizi, iki birim dolara sattık diye sevinirken, onlar bize varili bir birimden aldığımız petrolü, üç ya da dört birimden satarak, bir yerde, bizim paramızla, bizim mallarımızı almış oldular! Neden? Çünkü küresel emtia değişikliklerine göre, milli değerlerimizin ederlerini, küresel ‘’eko politik’’ simsarların hızına göre değiştiremedik!

Bundan daha acısı ise, siyasiler bir yana, ulusal akademik ekonomistlerin, bu özelleştirmeleri iyi bir ticari faaliyet olarak topluma yansıtmasın da olmuştur.

‘’Düşünün sadece Tekel’in alkollü içecek birimi, yuvarlak üç yüz milyon dolara satılmış, üç, beş yıllık bir süreçte, ABD şirketine, dokuz yüz milyon dolara devredilmiş daha dün, rekabet kurulu tarafından onaylanan satış işlemleri ile İngilizlere iki milyar elli bin dolara satılmıştır.’’

Toplum olarak, bu süreç içinde üç yüz milyon dolarımız iki milyar dolar nemalandı ve milli tasarrufların içinde bulunuyor mu? Bunu sorguladığımızı hiç ama hiç sanmıyorum. Üstelik bu süreçte edinilen karlar ve bu büyük ve köklü cumhuriyetin temel kuruluşlarından biri olan işletme karları da dahil değildir ve ülke dışına çıkan değerler içerisindedir. İş gücü azalımı ve işletmelerin gayri mülk satışları ise, derinlemesine ve rakamsal değerlerle incelenmesi gereken apayrı bir kayıplar manzumesidir!

Bu yanlış ticaretin en güzel diğer bir güncel göstergesi de, var olan milli tasarrufların, yapılan harcamaları karşılama açısından eksi değerleri göstermesindedir.

Şimdilerde içte bir sürü özelliklede terörle ilgili eko politik travmalar yaşarken, iletişim gamında Suriye, Somali gibi bir birbirine tezat, savaş ve insani yardım konularına, adeta BM barış komisyonuymuş gibi el koyup dış olaylarla odaklanmak ve kamu oyunu bu konulara yönlendirmek ne derece doğrudur?

Bakınız daha dün Amerika İran en büyük tehdit diyordu ama İran, şu son bir ay içersinde, ABD’nin Türkiye’yi izin almadan, bir metre içeri sokmadığı, hükümranlık bölgesi, terör yuvası olarak ayan beyan bilinen, kuzey Irak’ı bombaladı, uçaklarını, topçularını ve askerlerini bölgeye soktu. Karayılan’a adeta aman diletti ama ABD den hiçbir ses çıkmadı! Ve ilginçtir bizim medyamız bu önemli ayrıntı üzerinde, her nedense hiç ama hiç durmadı.

İçerde gelişen terör saldırılarını ramazan ayının barışçıl ortamı ile geçiştirmeye çalışırken, Suriye ile durduk yerde savaşın eşiğine gelmek, tam bu sıradai gene ABD den izinsiz(!) kandil dağını, joistik yöntem ve dijital izlemelerle(!) vurmak bir araya geldiğinde, ister istemez insan düşünmeden edemiyor. Acaba birileri bu terörü içten içe artırıp, bizi kuzey Irak’a müdahaleye yönlendirip ve göz yumarak, bu gövde gösterisini, Suriye için ‘’kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’’ şablonunun içine mi oturtturmaya çalışıyor?

Biz gene de, bu politik gelişmelerden çok, işin eko bölümüne dönersek, görülecektir ki toplumsal ön görü bir yana, bireysel olarak da gelişmelerin içinde afallamış vaziyetteyiz. Bu nedenle de çok kısa bir sürede, olup biten ve durulmaya başlayan, son üç aylık süreçte, yüzde on ikilere varan, milli kazanımlarımızda ki değer kayıplarının, içte ve dışta kimlerin ceplerine hem de zahmetsizce aktarıldığından bihaberiz.

Eko politik gelişmeleri rakamsal ve bilimsel verilerle sağlamasını yapmadığımız sürece, küresel ekonomik aktörler tarafından ve her seferinde, değişken yöntemlerle, ütülmeye mahkûm oluruz. Bundan daha elim ve vahim olanı ise farkına bile varmadan, ütenlere iltifat etmeye devam etmektir.

Kazım ÇİLOĞLU

 

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir