Eğilimlerin Söylediği Rakamlardan Daha Önemlidir!

Yeni bir yılla birlikte büyük çoğunluk gelecekten daha umutlu olmak ve beyaz bir sayfa açmak istiyor. Bu duygusal ve zaafiyet bir süre için temel gerçeklerin unutulmasına, hayal peşinde koşarken vahim hatalar yapılmasına da zemin hazırlayabiliyor. Zira çözülmemiş ve ağırlaşmış sorunlar yeni bir dönemle birlikte yok olmuyor, hareket yeteneğimizi sınırlamaya devam ediyor. Eğer 2012 yılına devredilen sorunlar bir önceki yıla göre hafiflemiş ise tedbirli olmaktan vazgeçmemek koşulu ile gelecekten umutlu olabiliriz. Yok eğer sorunlar iyice ağırlaşmış ise, istediklerimizden büyük ölçüde vazgeçerek, yaşamayı hiç istemediğimiz olumsuzluklardan kaçınmaya odaklanmak daha akılcı bir tercih olabilir.

Çok uzun bir süredir küresel ve ulusal düzeyde belirsizlik ve kırılganlığın arttığını, sistemik riskin oldukça tehlikeli seviyelere yükseldiğini iddia ediyoruz, aynı kanaati paylaşanlara da olabildiğince riskten kaçınmalarını, kazanmak yerine kaybetmemeye odaklanmalarını tavsiye ediyoruz. Bu değerlendirme uzun vadeli bir gözlemin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Eğer küresel düzeyde faaliyet gelirleri artıyor veya azalmıyor ise her şeyin normal olabileceğini düşünüyoruz. Fakat faaliyet gelirleri azalır iken borçluluk düzeyi tehlikeli şekilde yükseliyor, devamında kredi krizleri yaşanıyor ise sistemik risk alarm vermeye başlamış demektir. 1995 yılı sonrasında, küresel düzeyde faaliyet gelirlerinin azaldığını ve borçların geometrik bir hızla büyüdüğünü görüyoruz. Bu durumun sürdürülebilir olmadığını bildiğimiz için hep uyardık, her sıkıntı sonrasında yaşanan parasal genişlemenin sorunları ağırlaştırmak pahasına günü kurtarmak olduğunu dile getirdik. Gelişmiş ekonomilerin içine girdikleri durgunluktan çıkamaması, gelişmekte olanların da aynı rahatsızlığa yakalanması ve istikrarsızlığın kademeli olarak artması kesinlikle sürpriz değildi. Zira faaliyet gelirleri erir iken borçların büyümesi, birileri yerken çoğunluğun bakması ve kıyametin kopması anlamına gelmiyordu, kesinlikle kaçınılması, sorunlar ağırlaşmadan kalıcı çözümlere yönelinmesi gerekliydi, fakat olmadı. Statükoyu, başka bir deyişle kendi konumlarını korumaya yoğunlaşan güçlülerin çabası ağır basınca, yapılması gerekenler yerine yapılmaması gerekenler uygulamaya girince bugüne gelindi.

Geriye dönüp sormak gerekiyor, dün iyi olan ekonomiler, bankalar ne oldu da bugün sorunlu hale geldi? Yanıtlayalım, faaliyet gelirleri azaldıkça devletlerin vergi geliri azalırken, mali sektörün kullandırdığı krediler içinde sorunluların payı artmaya başladı, önce doğal refleksler çalıştı, durgunluk kronikleşti. Daha sonra bu açmazdan çıkmak adına parasal genişlemeye gidildi, kredi hacminin genişlemesi teşvik edildi; bir süre için ekonomiler canlanır gibi oldu. Ancak rekabet koşulları daha seri bir şekilde bozuldu, faaliyet gelirleri eridi, borçlar anormal bir hızla büyüdü, yoksulluk sorununun altında ciddi bir yoğunlaşma yaşandı. Bu son durgunluk öncekinden çok daha tehlikeli idi ve sistemik risk algılamasını harekete geçirmişti. Yine parasal genişleme ile belki gün kurtarılabilirdi, fakat böyle devam edilmesi tam anlamı ile imkânsızdı.

2008 yılındaki küresel kredi krizi sonrasındaki üç koca yıl içinde bir şey çok net bir şekilde gözlendi, kendi konumunu korumak derdine düşen etkili ve kesimlerin davranış biçimi, küresel soruna küresel çözüm üretilmesinin önündeki en büyük engeldi ve kırılganlık artıyordu. Belli ki güçlü azınlık kalıcı çözüm istemiyor; bunu başarmak adına kitle iletişim araçlarını kullanarak geniş kesimleri uyutuyor, şuursuzlaştırıyor ve birbirine düşürerek onları birbirine kırdırmaktan çekinmiyor. İnsanlık farkında olmadan çok büyük bir istikrarsızlığa koşuyor. Okuryazarlık oranının artmasına, kitle iletişim imkânlarındaki hızlı gelişmeye rağmen karanlığın ve cehaletin egemenliği artıyor; akıl iyiye kullanılamadığı için yanlış yapanlar ödülleri toplarken, doğrudan şaşmayanlar çok daha zor koşullara mahkum ediliyor. Demokrasi, serbest piyasa gibi kavramların yozlaşması önlenemiyor, sorunlar ağırlaşıyor. Olduğu gibi görünmek kriz anlamına geldiği için herkes kendini farklılaştırma çabasına giriyor, iyice kıtlaşan kaynakları paylaşmak ve barış içinde yaşamak imkânsızlaşıyor. Akıl tutulması büyüdükçe geçmişin hatalarını tekrarlamakta sakınca görülmüyor!..

2011 yılının son haftasında yaşanan gelişmelerden bir tanesi ise özel bir önem taşıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın, bankalara veridği üç yıl vadeli 493 milyar euroluk kaynağın çok büyük bir kısmı yine geldiği göre fark ediliyor; İtalya’nın uzun vadeli borçlanmada ödemek zorunda kaldığı bedel hayal peşinde koşulmaması gerektiğini haykırıyor. Belli ki göz gözü görmüyor, güvensizlik tahammül edilemeyecek seviyelerde geziniyor. Çok değil bir-iki yıl önce böyle olacağı söylense herhalde kimse inanmazdı! Faaliyet gelirlernin eriyor ve borçların kontrolsüz şekilde büyüyor olması ise er veya geç böyle olacağını söylüyordu. Buradan bir ders çıkarmak isteyenler lütfen dönüp baksın, ülkemizde faaliyet gelirleri ile borçlardaki eğilim nasıl? Umutlu olmak için mi, yoksa dikkatli olmak için mi çok sebep var? Ne diyelim gelirinizin başka bir deyişle satınalma gücümüzün azalmasını engelleyemiyor iseniz, borçlarımızın artmasını engellemek adına nefsimize hakim olun ve hala aybedebilecek çok şeyiniz olduğunu unutmayın…

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir