Önümüzdeki dönemin ekonomi politikası nasıl şekillenebilir?

Yazı dizisine bu haftalık ara veriyor ve “Seçim sonrasında bizi nasıl bir ekonomi politikası bekliyor?” sorusunun yanıtının peşine düşüyorum. Bu soruya yanıt verebilmek içim kısa ve uzun dönem ayrımı yapmak, küresel koşullardaki olası değişiklikleri ele almak ve yeni hükümeti kuracak olan AKP’nin ekonomi alanındaki söylemine ve geçmiş performansına bakmak gerekiyor.

Uzun dönem

Türkiye’nin temel yapısal ekonomik sorunlarının başında yetersiz sürdürülebilir büyüme hızı (potansiyel büyüme hızı) geliyor. Bu hız yüzde 4.5-5 dolaylarında ve gelişmiş ülkelerle aramızdaki refah farkını kapatmak için yeterli olmuyor. Ek olarak, büyüme hızımızı potansiyelimizin üzerine çıkardığımız dönemlerde sorunlar peşi sıra sökün ediyorlar. Özellikle de yüksek cari işlemler açığı sorunu boy gösteriyor. Yüksek büyüme hızını finanse edecek kaynakları yaratamıyoruz. Başkalarının kaynaklarına başvurmak (borç almak) zorunda kalıyoruz. Sonuç: Sürdürülebilir büyüme hızımızı yukarıya çekmek zorundayız.

Bu hızı yukarı çekmek para ve maliye politikasının işi değil. Bu politikalar ancak istikrarlı bir ekonomik ortam yaratarak, potansiyel büyüme hızını artıracak yapısal reformların yapılabileceği bir ortamı oluştururlar ve yatırım hevesini artırırlar. Potansiyel, ancak yapısal reformlarla artabilir.

Yapısal reform olarak öncelikle ele alınması gereken sorunların başında Türkiye’nin yetersiz tasarruf oranını yükseltmek geliyor. Kamu kesiminin tasarruflarını artırmak bu alanda atılacak en büyük adım olur. Bunun için de kayıt dışı ekonominin üzerine gitmek gerekiyor. Bu yapılabilirse, kısa dönemde en büyük sorun olan cari işlemler açığı sorunun çözümü için de önemli bir adım atılmış olur.

Seçim öncesi AKP’den çoğunlukla altyapı projelerine ilişkin vaatler duyduk. Kayıt dışı ekonomiye ilişkin bir proje dillendirilmedi. Elbette, siyaseten, seçimden önce kayıt dışı ile mücadele edeceğiz demek zor. Bu durumda geçmiş performansa bakmak gerekiyor. AKP’nin bugüne kadar bu temel sorunun çözümü için bir şey yaptığını söylemek zor.

Diğer yapısal reformlar (mesela eğitim reformu, işgücüne kadınların katılımının özendirilmesi, istihdamı özendirmeyen bir vergi sistemi gibi) açısından da özellikle 2007 ile başlayan dönemde fazla bir adım atılmadı. Geçmiş performans, eğer geleceğin aynası ise -ki umarım öyle değildir, önümüzdeki dönemde de yapısal sorunların çözümüne ilişkin pek bir şey beklememek gerekiyor.

Bu durumda, yeni dönemde de bizi yüzde 4.5-5 dolaylarında ve dış kredi koşullarına çok duyarlı bir ortalama büyüme hızı bekliyor. Kısacası, statüko devam edecek. Yani, dünyanın en büyük yirmi ekonomisi içinde olacağız ama gelişmiş ülkelerle aramızdaki gelir farklılığı değişmeden sürecek.

Kısa dönemde riskler

Çoğu ülkenin şu anda başına bela olan yüksek bütçe açığı ve yüksek kamu borcu gibi bir sorunumuz yok. Daha fazla üzerine gidilmezse bankacılık sektörümüz de iyi durumda. Ekonomimizin en zayıf tarafı rekor düzeye çıkan cari işlemler açığının kısa vadeli sermaye girişleriyle finanse edilmesi. Bu, üç gelişmeye karşı Türkiye ekonomisini son derece duyarlı kılıyor: Birincisi, Ortadoğu. İkincisi, gelişmiş ülkelerin para politikaları. Üçüncüsü, Avrupa Birliği’nde (AB) bir türlü çözülmeyen sorunlar.

Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceği hakkındaki belirsizliğin, küresel risk alma iştahı pek değişmeden, Türkiye’ye yönelik risk algısını artırma tehlikesi olduğunu belirtmek gerekiyor. Para politikası açısından Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) etrafa bol kepçe saçtığı parayı ne zaman ve hangi hızda geri çekeceği, faiz haddini ne zaman artırmaya başlayacağı, artış döneminin ne kadar süreceği ve ilk artışların hangi şiddette olacağı özellikle önemli. FED’ten gelen açıklamalar bu dönemin 2011 yılında başlamayacağı sinyalini veriyor. ABD ekonomisi beklenenden yavaş toparlanıyor. ABD ekonomisinin yeni bir krize sürüklenebileceği kehanetinde bulunanlar da var. Bu kehaneti bir tarafa bırakırsam, 2011 içinde FED’ten daha sıkı bir para politikası uygulaması beklenmediğine göre, Türkiye’de ekonomi politikasını tasarlayanlar ve uygulayanlar rahat bir nefes alabilirler. Birikmiş sorunları çözmeye yönelik politikaları devreye sokmak için bir miktar zamanları olacak anlamına geliyor çünkü FED’in bu olası davranışı.

Kısa dönemde en büyük risk şu: AB’nin çevre ülkelerindeki sorunların merkeze de taşınarak, tüm AB finansal sisteminin sarsıntı geçirmesi olasılığı. FED’in olası politikasına ilişkin belirsizliğe kıyasla AB’ye ilişkin belirsizlik çok daha fazla.

Ortadoğu riski, küresel risk algılamasından önce Türkiye’ye ilişkin risk algılamasını etkileyecek bir risk. Diğer ikisinin ise doğrudan küresel risk alma iştahını azaltarak Türkiye’yi etkileme potansiyelleri var. Son iki riskin gerçekleşmesi durumunda, öncelikle yükselen piyasa ekonomilerinin zayıf halkalarından döviz çıkışı olur. Türkiye’nin neden zayıf halka konumunda olduğunu yukarıda belirttim. Ortadoğu’daki gelişmeler ise bunun üzerine tuz biber eker.

Kısa dönemde ekonomi politikası

Kısa dönemdeki ekonomi ve para politikası nasıl şekillenecek bu durumda? Cari işlemler açığından bu kadar şikayet edildiğine ve saydığım risklerin de farkında olunduğuna göre maliye politikasının sıkılaştırılmasını beklemek gerekiyor. Vergi artışları gündeme gelebilir bu çerçevede.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) bazı önlemler almaması durumunda 2010’un ikinci yarısından bu yana uygulanan para politikasının başarılı olması çok zor. Ya da başarılı olması için çok keskin kararlar alması gerekecek Merkez Bankası’nın (MB); bu da aşağıda tartışacağım önemli sorunları yaratır. BDDK’nın kredi artış hızını yavaşlatmak üzere MB’nin politikalarını destekleyici kararlar alacağını düşünüyorum bu nedenle. Bu çerçevede BDDK’nın kullanabileceği çok sayıda silahı var.

Bankalar, MB’nin arz edilebilir kredi miktarını azaltmak için yükselttiği zorunlu karşılık oranının bu etkisini telafi etmek için MB’den haftalık vadede borç alıyorlardı. Uygulanan enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesinde MB de bu talebi karşılamak zorundaydı. Daha önce bu köşede ayrıntılı biçimde durduğum için daha fazla detaya girmiyorum. MB’nin politikasının bugüne kadar işlememiş olmasının temel nedeni bu olduğu için, BDDK mesela alınan haftalık borçların bilançoya oranının belli bir düzeyi aşmasını engelleyici bir düzenlemeye gidebilir.

Hem BDDK’nın devreye girerek kredi artış hızını sınırlaması hem de maliye politikasının sıkılaştırılması iç talepteki artışı bir miktar frenler; Türkiye’nin dışarıdan borç alma ihtiyacı azalır. Bu önlemlerin alınması halinde de MB rahatlar ve şu anda uygulanmakta olan para politikasındaki bir lüzumsuz hatta kredibilite aşındırıcı safrayı atabilir.

Bu safra ne? MB’nin şu anda üç hedefi var: Enflasyonu hedefe yaklaştırmak, kredi artış hızını yavaşlatmak ve kısa vadeli sermaye girişlerini azaltmak. Lüzumsuz ve zararlı safra bu sonuncusu.

Üçüncü bir hedef olarak kısa vadeli sermaye girişlerini engelleme çabası enflasyon hedefi ile çelişebiliyor; faiz silahını silah olmaktan çıkarıyor. Enflasyon yolunda gittiği zaman ortada bir çelişki yok. MB faizi düşürebilir, iki ara hedefe de uygun bir iş yapmış olur. Ama enflasyon yükseliyorken çelişki ortaya çıkıyor: Sadece enflasyon hedefi ile uğraşılsaydı faiz haddinin artırılması gerekirdi. Oysa faiz haddindeki artış ile bu küresel koşullarda Türkiye’ye daha fazla kısa vadeli sermaye çekilmesi ihtimali yükseliyor; üçüncü hedef güme gidiyor. Yok, üçüncü hedef ulaşmak için faizi artırmazsa bu sefer de birinci hedef sizlere ömür oluyor.

Bu durumda ne yapacak MB? Alışılageldik para politikasına dönecek ve bu çelişkiyi ortadan kaldıracak. Bir: Faiz silahını sadece enflasyon için kullanmalı. İki: Yukarıda belirtilene benzer şekilde BDDK da devreye gireceği için, MB, kredi genişlemesine karşı 2010’un ikinci yarısından bu yana yaptığı gibi zorunlu karşılık oranları silahını kullanabilir. Yani, üç hedef yerine iki hedefle yoluna devam etmeli.

BDDK işin içine girmezse ne olur? MB tek hedef (enflasyon) ile yetinmek zorunda kalır. Zira, BDDK’nın işin içinde olmadığı bir çerçevede MB’nin zorunlu karşılık silahının çalışması için, zorunlu karşılık oranlarının önemli ölçüde yükseltilmesi gerekiyor. Bunun üç sakıncası var: Birincisi, bankalar açısından gereksiz bir maliyet oluşturuyor; bilançoları bozuyor. İkincisi, bankaları MB’den haftalık borçlanmaya teşvik ediyor; bu da bilançoları olumsuz etkiliyor. Üçüncüsü, MB, bankaların kendinden haftalık vadede borçlanarak zorunlu karşılıklardaki artışı telafi etmelerini engellemek için bankaların algıladıkları riski artırmak istiyor. Bu çerçevede kısa vadeli fon piyasasında belirlenen faizin kendi açıkladığı faizden sapmasına izin veriyor. Bir anlamda faiz silahını çakaralmaz bir silah konumuna düşürüyor.

Dikkat ederseniz kısa vadeli sermaye girişlerini engellemeyi amaçlayan sermaye kontrollerine ilişkin bir şey belirtmedim. Bunun temel nedeni bugüne kadar AKP ekonomi kurmaylarının bu tür önlemlere sıcak bakmadıklarını açıklamaları oldu. Bu durumda, önümüzdeki dönemde de bu tür önlemler beklememek gerekiyor.

Fatih ÖZATAY

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir