Safsatalar ve Akademisyenler

Bir düşünceyi ortaya koyarken ya da anlamaya çalışırken yapılan yanlış çıkarsamaya safsata adı veriliyor. Bir başka tanımlamaya göre safsata, ilk bakışta geçerli gibi görünmekle birlikte yakından incelendiğinde doğru olmadığı ortaya çıkabilen iddialardır.
Safsataların en yaygın olduğu alanların başında ekonomi geliyor. Henry Hazlitt bu durumu “Ekonomi, bütün diğer bilimlerden daha fazla safsatanın etkisi altındadır” sözüyle özetliyor.
Ekonomide yaygın safsatalardan birisi faizin enflasyon yarattığı iddiasıdır. Bu, özellikle İslam dünyasında son derecede yaygın bir inançtır. Çünkü faizin haram kabul edilmesiyle örtüşen bir yanı vardır ve siyasetçi tarafından faizin haram olup olmama meselesine girmek yerine bu yolla aşağılanması daha çekicidir. Bu inancın safsata oluşturması, ekonomide olayların nasıl gittiğini analiz etmeden yapılan değerlendirmelerden kaynaklanmasıdır. Bir ekonomide talep fazlası söz konusu olmuşsa faiz, bırakın enflasyon yaratmayı, enflasyonu çözmenin en doğru araçlarından birisidir. Faizin yükselmesi insanların harcamalarını düşürerek tasarrufa yönelmelerine yol açar. Bunun sonucunda önce talep düşer sonra da fiyatlar düşer. Ama eğer ekonomide maliyet enflasyonu söz konusuysa o zaman faizi artırarak enflasyonu çözmek mümkün olmayabilir. Hatta tam tersine faizi artırmak maliyetleri daha da artıracağı için enflasyonun artmasına yol açabilir. O nedenle ekonomideki koşullara ve etkilere bakmadan, konuyu analiz etmeden faizin enflasyona neden olduğunu söylemek safsatadan ibaret bir söylem olarak kalır.
Türkiye’deki en yaygın ekonomik safsatalardan birisi “gelirden en yüksek payı rantiyenin aldığı” söylemidir. Sokağa çıkıp sorsanız üç kişiden ikisinin bu safsataya inandığını dehşetle görürsünüz. Ekonomi teorisinde dört tür gelir vardır: Emeğin gelirine ücret; sermayenin gelirine faiz; müteşebbisin gelirine kâr ve mülkiyet gelirine rant denir. Yani bizdeki safsataya kaynaklık eden terim yanlış kullanılıyor. Çünkü bizde rant geliri diye faiz ve rantiye diye de faiz geliri elde edenler kastediliyor. TÜİK’in araştırmalarına göre toplam harcanabilir gelirin yüzde 40’a yakını maaş, ücret ve yevmiyelerden yani emeğin karşılığında elde ettiği harcanabilir gelirden oluşuyor. Buna en yakın harcanabilir gelir kalemi müteşebbislerin elde ettiği gelir, yani kâr. Bunun da toplam harcanabilir gelir içindeki payı yüzde 35 ediyor. Mülk gelirleri olarak sınıflandırılan faiz ve rant gelirlerinin harcanabilir gelir içindeki payı ise yüzde 10 dolayında. Bunun da kabaca yarısı gayrimenkul gelirlerinden yani gerçek ranttan, diğer yarısı ise rant geliri diye aşağılayıp durduğumuz faiz gelirlerinden oluşuyor. Yani faiz gelirinin toplam gelirdeki payı yüzde 5 dolayında bulunuyor. TÜİK’in araştırmasına bakılırsa rantiye, gelirden en düşük payı almış görünüyor.
İnsanların safsatalara inanmaları bir dereceye kadar anlaşılabilir bir konu. Anlaşılması en zor olanı ise akademisyen iktisatçıların bazılarının para politikasının en önemli aracı olan faiz politikası konusundaki safsataları benimsemiş olmaları, bazılarının da güncel popülarite uğruna rantiye safsatasına kapılıp gitmeleri.
Akademisyenlerin bir görevinin de safsataları boşa çıkarmak olduğunu biliyorum, ama bunu bilen akademisyen sayısı ne kadardır işte onu bilmiyorum.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir