Çetin Ünsalan – Günleri var; kendileri yok

Hafta sonu, anneler günüydü. Kimisi buruk, kimisi özlemle, kimisi de mutlulukla andı bu günü… Türkiye’de kadın cinayetleri ve aile içi şiddetin tavan yaptığı bir süreçte gerçekten kadınlarımızın yerini tartışmamıza vesile olur umarım.

Fakat pazar günü sadece annelerin günü değildi. Aynı zamanda Dünya Çiftçiler Günü ve Türk Eczacılık Günü’ydü. Biz böyle günleri severiz. Ama tribüne oynamaktan da kendimizi alamayız.

Öğretmenler gününü kutlarız ama ülkedeki öğretmenler geçinmek için ikinci iş yapmaktan başka çare bulamaz. Tüketiciler gününü anarız, ama ülkede yasal düzenlemelerle tüketicinin elindeki hakları alırız. Bu örnekleri çoğaltabilirim.

Ama sıcak günlere bakalım. Her ikisinin de ortak özelliği gününün olup, kendilerinin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığıdır. Örneğin çiftçilerden bahsedelim. Türkiye’de enflasyona etki etmemesi için gıda fiyatlarını dış ticaret yoluyla dengeleme arzusu, önlem olarak daha yeni açıklanmadı mı?

Zaten yıllardır ithalata kurban edilen bu alanda, tarımdan vazgeçtiğimiz topraklardan, icralık köylülerimize kadar bir dizi sorun ortada duruyor. Güvenli gıdayı tartışıyoruz da, o gıdayı üretmek zorunda olan çiftçinin ya da işlenebilir toprağın durumunu göz ardı ediyoruz.

Gıda fiyatlarını masaya yatırıyoruz da, 10 milyon TL’ye satılan domatesten bahsediyoruz da, kendi çiftçisinin cebinden verdiği destekten daha çok parayı vergi yoluyla çeken ekonomi anlayışımızı konuşmuyoruz.

Dünyanın bir ucunda toprak kiralarız da, aynı ürünleri Türkiye’de üretmek için mücadele verenlerin yüzüne bakmayız. Ama ne yapıyoruz? Dünya Çiftçiler Günü’nü kutluyor, kaç tane daha traktör satın alıp, borca battıklarıyla övünebiliyoruz.

Tarımda durum bu da eczacılıkta çok mu farklı? Çoğu gizli iflas içerisinde çalışan, iktidarın uygulamaları nedeniyle hasta ile karşı karşıya kalan ve sistemsel sıkıntılar üzerine yıkılan bu meslek grubunda halen ihtiyacın çok üzerinde mezun veriyoruz.

Markette ilaç satmaya bile kalktık. Bu niyetten de tam olarak vazgeçmiş değiliz. Eczacılarımızın ilaç yapmalarını yasakladık. Oysa eski yılları hatırlıyorum, doktor reçeteleri eczanelerde hayat bulurdu.

Yılların eczacısı bir gün bana şöyle bir anısını aktarmıştı. ‘Okulda hocaya sordum: Zaten ilaçların hepsi hazır, biz de raftan alıp veriyoruz. Neden formül öğreniyoruz ki? Bunu söyler söylemez kafamda bir tebeşir patladı ve hoca şu yanıtı verdi:

Biz sizleri normal zamanlar için yetiştirmiyoruz. Bir gün ülkenin savaşa girdiğini ve ilaç ambargosu ile karşı karşıya kaldığını düşünün. O zaman ihtiyaç olan ilaçları siz üreteceksiniz.’

İşte bu kadar özel, stratejik ve pamuklar içinde saklanması gereken kutsal bir mesleği biz, market satıcısı ile kıyaslamaya kalkıyoruz.

Esasen her iki örnekte de ortak bir nokta var. Tıpkı diğer, günü var kendisi yok dallarda, alanlarda olduğu gibi.

Biz hiçbir şeyin gerçekten neden var olduğunu, ne kadar önemli olduğunu düşünmüyoruz. Beynimize yerleştirilen ve iliklerimize kadar işletilen tüketim toplumu özelliğimizle insanları da harcıyoruz.

Şimdi ithal bir gıdayı alırken ya da eczaneye gidip ilacınızı isterken bir de bunları düşünün. Karşınızdaki insanlar olası bir kıtlık, ambargo ya da savaş durumunda yaranızı saranlarla, karnınızı doyuranlar. Biraz saygı gösterin ve saygının gereğini yapın. Yaşatın onları…

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir