Çetin Ünsalan – Merkez frene basıyor ama…

Dünya ekonomisi yangın yeri ve adım adım ikinci büyük dip dalgaya koşuyor. Bir tarafta Çin açmazının yarattığı deprem, 28 yıl sonra yaşanan kara pazartesi, diğer yanda FED’in faiz artırımı ile ilgili süreci, öte yandan yanan Ortadoğu ve petrol fiyatları üzerinden artan risk ortamı ve iktisadi daralma…

 

Bunların tümü hem dünyayı, hem de bizi bir açmaza doğru sürüklenirken, finans ihtiyacımızı karşılama noktasındaki sorunun şiddetini de yükseltiyor. Dolar temelli problemimiz küçümsene dursun, İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin FED’ten ‘boru bile döşeseniz’, yükselen ihtiyaç halinde hiçbir rezervin yetmeyeceği vurgusu ortada…

 

Tüm bu gelişmeler ışığında şimdi Merkez Bankası yeni bir hamleye hazırlanıyor. Para Politikası Kurulu’nun tutanaklarında, enflasyonda istenen iyileşmenin olmadığını vurgu yapılarak, önümüzdeki süreçte para politikasında sıkılaştırmaya gidilebileceğini söylendi. İşte Türkiye açısından asıl gündem bu…

 

İktisadi olarak borç batağında, finansman ihtiyacı büyüyen, daralan dünya pazarında, korumacılığın ve sıkılaştırmanın ortaya çıktığı bir fotoğrafta tek başına olmasa da alınabilecek önlemlerden biri.

 

Fakat burada temel bir sorun var. Yıllardır uygulanan yanlış politikalar, ülkeyi bugün parasal genişleme yapıp, enflasyonu göze alıp, iç piyasaya nefes aldırmakla, matbaayı yavaşlatıp reel sektörü krize sokmak arasında tercih yapamaz noktaya getirdi.

 

Yani öyle yanlış bir yola girmişsiniz ki, önünüzdeki iki ayrım da, uçurum ile sonuçlanıyor. Bu gerçekliği ve işin doğrusu yanlışını bir kenara koyup, Merkez’in parasal genişleme hamlesini ekopolitik düzeyde okumaya çalışalım.

 

Türkiye bir seçime giderken ve tek umudunu elde avuçtakine yatırmış bir iktidar varken, bilhassa 400 milletvekili hayalleri kuran Beştepe orada dururken, Merkez Bankası parasal bir sıkılaştırmaya gidebilir mi? Böyle bir eğilim, sonuçta paranın başının istifaya sürükleneceği bir sonucu doğurur mu?

 

Şu anda başta çılgın (!) projeler, dünyadan tek kuruşluk finansman bulamazken, kamu bankaları yoluyla muslukların açıldığı ve muhtemelen ciddi görev zararlarıyla noktalanacak bu süreci nasıl tersine çevireceğiz?

 

Parayı kıstığınız anda, mevcut iktidarın dayandığı inşaat sektörüne yönelik daralma daha çok büyümez mi? İnşaat sektörüne paralel bankacılık sektörü üzerinden başka bir sorun kapımızı çalmaz mı?

 

Yine bir başka sual… Büyüme hedefini tamamen iç piyasaya bağlamış bir Türkiye, bu kararla gerçekleşmesi mümkün gözükmese de, parayı kısarak iç piyasayı kilitlemez mi; ödemeleri daha da açmaz noktaya sürüklemez mi? Böyle bir durumda, laf olsun diye söylenen yüzde 3’lük büyüme bile hayal olmaz mı?

 

Yanlış anlaşılmasın, tersini yapsanız ve bugünkü gibi karşılıksız parayı hülle yoluyla kullandırsanız da sorun aşılamıyor. Fakat burada dünyadaki ülkelerden bizi farklı kılan bir risk daha var. Tahsilât sıkıntısından kavrulan ve vadeli işleyen piyasalar…

 

Açık hesap çalışılan bir reel sektör ortamında, çek ve senetlerin dahi ödemediği bir fotoğrafın tam ortasında, 24 aya varan vadeler, ülkenin en az 2 senelik hesaplanamayan bir riski olduğu gerçeğini yok etmiyor. Üzerine bir de parasal sıkılaştırmaya giderseniz, ödemeler sorunu daha da içinden çıkılmaz bir noktaya gelecektir.

 

Velhasıl kelam, ekonomik olarak tüm alternatifler tartışılabilir. Yıllarca yapılan yanlışların öyle ya da böyle faturasını ödeyeceğiz. Ama bir hareket yaparken, diğer yandan nasıl bir sonuç ortaya çıkacağını bilip, onun da önlemini almaya çalışmanız gerekir.

 

Elbette bunların hepsi finansal ya da reel ekonominin yaşayacağı olası sıkıntıların yansıması… Çakma bir enflasyonu tutturarak nasıl bir sonuç alınması planlanıyor, onu anlamam zor. Ama asıl sorun Türkiye’nin en büyük gecekondusunda ikamet eden kişi… Ona rağmen yapabilecek misiniz? Göreceğiz…

 

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir