Çetin Ünsalan – Tam bağımlı ekonomi

Türkiye ekonomisinden bahsedilirken, herkesin gözü dolara kilitlendi kaldı. Sorunun sebepleri üzerinde kimse durmazken, can yaktığı için herkesin kur takibi yaptığı bir hal aldık. Aslında çoğu insana da hak vermiyor değilim.

Mehmet Şimşek ve Murat Çetinkaya’nın İngiltere’ye apar topar gidişleri ve gevşediği söylenen dolar / TL kurunun nasıl can yaktığını hepimiz biliyoruz. Esasen bunun gevşemesinden çok yaşananları hatırlamak gerekiyor.

Türk Lirası zaten ekonomik sebepler nedeniyle dolar karşısında eriyordu. Bu grafikte ve trend adına da bir değişiklik olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Fakat bilmece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürpriz İngiltere seyahatiyle ortaya çıktı. O ziyaretten sonra yükseliş, yerini bir fırtınaya bıraktı.

13 Mayıs 2018 tarihinde, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İngiltere’ye gittiği tarihte kur 4,31 seviyesinde tutunmaya çalışıyordu. Orada söylenenler malum, yaşananları tam olarak hiç birimiz bilmiyoruz. Lakin Erdoğan’ın yaptığı konuşma sonrasında 4,36 görüldü.

Herkes bunu tarihi seviye olarak manşetlerine taşırken, sonraki süreçte dolar / TL 5 lira sınırına yaklaşıp, geri döndü. Akabinde Merkez Bankası’nın bir takım atakları yaşandı. Fakat sorunun çözümü gelmedi. Sonuçta da Merkez Bankası Başkanı ile Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı önce Türkiye’deki finansçılarla, sonra da Londra’daki para merkezleriyle görüşmeye gitti.

Erdoğan’ın mesajlarının seçim odaklı olduğunu söyledikleri ifade ediliyor. Doğrusu yanlışı ne bilemem ama 30 Mayıs 2018, saat: 19.30 itibariyle dolar / TL seviyesi 4,47’lere geriledi. Bunun halen hedeflerin de, 13 Mayıs’ın da çok üzerinde olduğunu hatırlatmama gerek yok. Ama ölümü gören medyamız ve ekonomi yönetimimiz sıtmaya razı bir biçimde normalleşme (!) ifadeleri kullanmaya başladı.

Dolar dalgalı bir biçimde yükselecektir. Şu an kaç seviyesinde olduğunun önemi yok. Çünkü bu Türkiye ekonomisinin dolar talebinden ve açmazlarından kaynaklanıyor. Yine İngiltere’deki ziyaretlerde faiz artışı sözünün verilmesinin etkili olduğu, Haziran ayı başında herkesin kesin gözüyle baktığını yükselen enflasyona paralel, 7 Haziran’da yeni bir faiz artışının beklemesine geçildiği belirtiliyor.

Tüm bunları ihtiyatlı yazıyorum; çünkü herhangi bir demokratik ülkede olduğu gibi kamuoyuna sağlıklı bir açıklama yapılmıyor. Sosyal medya üzerinden bilgi veren bir zihniyetimiz var.

Şimdi doların kaç TL olduğunu veya olacağını bir kenara bırakın. Olan oldu; o maliyetlerin hepsi fiyatlara yansıdı ve doların bu seviyeye gelmesinin anlamı kalmadı. Devamı da kumarbazların işi…

Ama bu iki hafta içerisinde yaşananlar bize bir kere daha göstermiştir ki, Türkiye ekonomisi iddia edildiğinin aksine tam bağımlıdır. Hatta Cumhurbaşkanı’nın nedenini bilmediğimiz çıkışından sonra, geri adım atmak için elçi gönderecek kadar.

Bazı okurlarımız şunu söyleyebilir: Eskiden çok mu farklıydı? Türkiye ekonomisi eskiden bağımlıydı. Bizler de ekonomide tam bağımsızlığın esas olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Tam bağımsızlıktan da dünyaya kendini kapatmak olarak algılayan ya da kamuoyuna bu algıyı yaratan bir kesim vardı. Oysa iki kavramın birbiriyle hiç ilgisi yok. Ekonomini kendi memleketinin gerekleri doğrultusunda yönetmekten bahsediyorum.

Peki o zaman bağımlıydı da, şimdi neden tam bağımlı? Bunun gerekçesini üretmeyen bir ekonomide aramakta fayda var. Ama bu da yeni bir algı yönetimiyle kapatılabilir. Medya gücü inanılmaz. Lakin rakamlar yayan söylemez.

İngiltere’de yaşanan bu olayın sebebini ve tam bağımlı sıfatının göstergesini tek bir veriyle size anlatabilirim. Bunu da iktidarın sevdiği gibi, 2002 yılıyla mukayese ederek yapalım. Ekonomisi bağımlı olan Türkiye’nin, 2002 yılında yurtdışındaki alacakları ile yükümlülükleri arasındaki farka, yani döviz pozisyon açığına bakalım.

2002 yılında, krizin ardından yeni bir finansal sisteme geçilmiş, kriz kendisini hissettirmiş ve Türkiye’nin pozisyon açığı 87 milyar 253 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Soruna o kadar yanlış metotlarla yaklaşılmıştır ki, bir sene sonra bu açık 111 milyar 222 milyon dolara ulaşmıştır.

Merkez Bankası’nın bu verileri Türkiye’nin ne denli bağımlı bir ekonomiye sahip olduğunu anlatmaktadır. Lakin, aynı Merkez Bankası’nın 2018 Mart ayı sonu itibariyle açıkladığı rakam da şudur: döviz pozisyon açığı Türkiye aleyhine 443,7 milyar dolardır.

Yani Türkiye ekonomisi 2002 yılında bağımlıysa, 16 sene sonunda uygulanan yanlış politikalarla bağımlılığının düzeyini 4 kat arttırarak tam bağımlı hale gelmiştir. Şimdi seçim meydanlarında bol keseden ekonomi nutukları atılıyor. Çoğu lafügüzaf… Oysa o seçim meydanlarına sadece iki cümle yazmak gerekiyor. İkisi de Mustafa Kemal Atatürk imzalı:

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”

Ve…

“Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.”

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir